Dalyancılık, en eski balık avlama yöntemlerinden biri. Dalyancılıkta balıklar, kıyılara yakın yerlerde deniz dibine çakılan kazıklara gerilen ağlarla tutuluyor. Bu mesleğin, modern avlanma teknolojilerini kabul etmemesi nedeniyle oldukça zor ve çileli olduğu değerlendiriliyor. 

Filburnu Dalyanı İşletmecisi Mustafa Kılınç, "Dalyancılık 17. Yüzyıldan bu zamana kadar gelmiş çok eski bir gelenektir. Bu mesleği sürdürmeye çalışıyoruz. Son temsilcileri biziz. İstanbul Boğazı'nda 3 tane dalyan kaldı. Bunlar Beykoz, Filburnu ve Bağlaraltı dalyanları. Bu işi yapacak, edecek başka biri de yok. Bir de biz burada balık sezonunun yasak olduğu döneme, büyük teknelerin yasak olduğu döneme denk geliyoruz.  Ama bu bütün dünyada, Avrupa ülkelerinde bile bu böyle. Dalyanlar Mart'ta kurulur, Eylül-Ekim'e kadar devam eder." dedi.

"Bu kültürü yaşatmamız lazım"

Bu yöntemle balık tutmayı yaşatabildikleri kadar yaşatmak istediklerini belirten Kılınç, "Bugün ben varım, yarın başkası var. Yaşatsın. Bu bir kültürdür. Osmanlı'dan, atalarımızdan, dedelerimizden gelen bu mesleği devam ettirmemiz lazım. Şimdi Beykoz'da biz dalyan kuruyoruz, turistler geliyor sahilden hemen 'Bu yeni bir kültür mü?' diye fotoğraf çekiyorlar.  Ben bunu kendim üretmedim ki, eskiden beri geliyor. Ama insanlar da bunu gördüğü zaman, hoşuna gidiyor. Fotoğraf makineleriyle hep sahillerden bizi çekiyorlar. O yüzden biz de çok eski olan bu geleneği sürdürmek için çalışıp çabalıyoruz." dedi.

"Kısmetine bakacaksın, ne çıkarsa"

Kılınç, dalyancıların bir gününün nasıl geçtiğini ise şu sözlerle anlattı: 

"Sabah bismillah diyorsun kalkıyorsun yataktan, aç karnına gidiyorsun ağları çekiyorsun. Gözcümüz oluyor. O sırada balık içinde olursa tam yemek yerken adam seni çağırıyor, 'balık girdi' diye. Yemeği bırakıyorsun. Ekmek parası için biz buraya gelmişiz. Yemek orada duracak, hemen gideceksin ağları çekeceksin. Çünkü kısmetine bakacaksın, ne çıkarsa. Sonra geliyorsun yemeği yiyorsun, öğlen gidiyorsun. 12-13 gibi gidiyorsun, 15-16 gibi gidiyorsun bir de akşam 20'de 21'de gidiyorsun. Yani günde 4 sefer ağ çekiyorsun. Ama bazen direkçi 'balık var' diyor, gidiyorsun. O 4 sefer, 6-8 sefer oluyor. Yoğunluğumuz öyle ama günde mutlaka 4 sefer ağ çekiyorsun çünkü her seferinde balık çıkmıyor burada."

Mesleği dedesinden öğrendiğini belirten Kılınç, "Babam da dedemin yanında dalyancılık yaptı. Ben de dedemden öğrendim. Şimdi devam ettiriyoruz işte. Dalyancılık böyle dışarıdan göründüğü gibi basit bir şey değil. Beykoz Dalyanı'nın, en yüksek direği 43 metre. Biz bunu denize çakıyoruz. Ve dalyan öyle bir şey ki, dalyanı kurduğun zaman hep aynı yere kurman lazım." diye konuştu.

Dalyancılığa başladığında dedesiyle başından geçen anısını anlatan Kılınç, bu yöntemle balık avlanmasının zorluğunu ve püf noktalarının olduğunu aktararak, "Ben 1991-1992'de dalyana dedemin yanında çalışmaya geldim. Biz burada dalyanı kurduk. Dedem de tam yerini bilmiyor, dalyanı şuraya kuralım dedi. Biz onun dediği yere dalyanı kurduk. Aradan 1 hafta 10 gün geçti, dalyana balık girmiyor. Sonra Poyrazköy'de Adem dayı diye yaşlı bir amca vardı. Dedem bana dedi ki 'git o amcayı al gel.' Ben de gittim, Adem amcayı aldık tekneye, getirdik buraya. Adam baktı ve dedi ki, 'Bu dalyan balık tutmaz.' Niye Adem dayı dedik, 'Yerine kurmamışsınız ki" dedi. Biz 2 kişiydik teknede. Bastonunu uzattı. Eskiden dalyan kurulduğu için kaya diplerine çivi vurur, onlara halatları bağlarlardı. Adem dayı, 'Siz bunu buraya kuracağınıza şuraya kuracaksınız.' dedi. Ne kadar yanlış var biliyor musun?  Biz dalyanı 15-20 metre ileri kurduk. Ve 20 metre açığa almışız. 'Burası 30 metre olacak, bunu siz 35 metre yapın balık tutamazsınız.' dedi. Ve biz o dalyanı söktük, 1 haftada adamın dediği yere dalyanı kurduk. Ondan sonra balık tutmaya başladık. Yani dalyancılığın böyle püf noktaları var. Siz bin tane balıkçıyı bir araya getirin, gel şu dalyanı kur deyin, kuramazlar." dedi.