Gurbette bütün yakınlarınızdan uzak hasta yatmışlığınız oldu mu? Benim çok oldu.

O zamanlar bir şiir aklımdan geçer, yüreğime otururdu:
 
Yıllardır bir kıvılcım kapalı kında, 
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi; 
Mustaribim bu duvarın dış tarafında, 
Şefkatine inandığım biri var gibi. 

Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el, 
Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım; 
Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel! 
Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım. 

Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın, 
Kulaklarım komşuların ayak sesinde; 
Varsın yine bir yudum su veren olmasın, 
Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!

Kemalettin Kamu bu şiiri yazarken kendi istikbalini yani geleceğini mi görmüştü? Eskiler “Hissi kalbet vuku” derler. Siz, “Olmadan önce” diye bilirsiniz. Ön sezi denilebilir.   

Gurbet ve yalnızlık onun alın yazısıydı. Çok duygulanarak okuduğum yukarıdaki şiiri sanki gerçek olmuştu:

1939 yılında Rize Milletvekili oldu. Daha sonra Erzurum Milletvekilliğine seçildi. Ama o hep yalnızdı. Hep gurbeti içinde taşıyan insandı. 1948 yılı Mart’ının altıncı Cumartesi günüydü: Erzurum yüksek tahsil gençliğinin hazırlamakta olduğu Erzurum gecesinin iyi olması için çalışmış, saat 18’de Ankara’da ki Evkaf apartmanındaki odasına yorgun dönmüştü. Saat 18:30’da şiddetli bir kalp kriziyle yere yuvarlandı. Saatler sonra odasında gözlerini hayata kapamış bulmuşlardı.  

Kemalettin Kamu’nun yaptığı gibi “Bingöl Çobanları”nın yerine de kendimi koyduğum olmuştur: “Ha Bingöl, ha Anadolu’nun herhangi bir yurt köşesi. Aslında şiirde konuşan yalnız Bingöl Çobanı değil, Kendimi yerine koyduğum şairin kendisiydi. Çünkü o, bir yolcu veya yabancı değil, bu toprakların yerlisiydi.

“……..
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
 Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam,
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
 "Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam,
 Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
 Çoban hicranlarını basar bağrına yayla,
 - Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al
 Diye hıçkırır kaval:
 Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
 Daima eğeceksin başkalarına boyun; 
 Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı,
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
 Mademki kara bahtın adını koydu çoban! 
 Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
 Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
 Anlattı, uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
 Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
 Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
 Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
 Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Şiirlerinde “aşk, savaş, vatan sevgisi, siperde ve daima gurbette olan Mehmetçik” konularını işlemekle kalmamış, gurbet duygusunu bizzat yaşamış ve çok iyi yansıtmıştı.

Yirmi beş yaşındaydı.  Gönlünü genç bir kıza kaptırmıştı. Aileler görüşmüş, anlaşmış, söz kesmişlerdi. Nişan hazırlıkları yapılıyordu. Sözlüsünün bir akrabasıyla baloya gideceğini duydu. Bunu uygun bulmadığını bir mektupla bildirdi. Cevabını bekliyordu. Cevap gelmedi. Kemalettin Kamu, reddedildiğini düşündü, incindi, kırıldı, kahroldu. O günden sonra içine kapandı. Duygularını mısralara döktü. Anadolu insanı. Derler ki “dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.”  Kemalettin Kamu’nun yüreğinde esen fırtınalardan kimsenin haberi yoktu: 

“…….
Sevgilim baksana bir yanda gülen,
Bir yanda gözünün yaşını silen,
Kimi benim gibi erir derdinden,
Kimi senin gibi bahtiyar olur.

Sevgilim senin de geçer zamanın, 
Ne şöhretin kalır ne hüsn ü anın, 
Böyledir kanunu kahpe dünyanın, 
Dört mevsim içinde bir bahar olur! 

Bu olaydan sonra kimse onu evlenmeye razı edemedi. Aslında bir platonik aşkın esiriydi.  Bir süre Anadolu Ajansı temsilcisi olarak Paris’te kaldı. Soyadı kanunu çıkınca ailesinin diğer fertlerinden farklı olarak “bütün, bir ülkede yaşayanların tamamı” anlamına gelen, Kamu’yu soyadı olarak aldı.