Dünkü yazımda Nigâr Hanım'ın eşi İhsan Bey kumara düşkünlüğünden ve ömrünü aktris sevgililerle  ve kumar salonlarında geçirdiğinden söz etmiştim.   Dönemin  en etkileyici kadınlarından biri olan Şair Nigâr Hanım ise günlüğüne yazdıklarını bugün anlatacağımı belirtmiştim. Nigar Hanım şöyle yazıyordu:

"Yarabbi! Bugünlerde çektiğim acıları anlatmak kabil midir? Bütün hislerimi, emellerimi kendisine hasrettiğim İhsan'ın beni yeniden böyle terk edivermesi yüreğimde öyle yaralar açtı ki, acılarıyla bir anda bin kere ölüyorum sandım.  Bu çektiklerimden kendisine bahsettiğim sıradaysa, 'Şimdiye kadar başkalarının arzusuna hizmet ettim; bundan sonra dilediğim gibi yaşayacağım' sözleriyle mukabele etmesi, kırk yaşına varmış olmasına rağmen, o eski sefahat âlemlerinden, içki, kadın, kumar düşkünlüklerinden hâlâ kurtulamadığını, bu yüzden başına gelen türlü belâlardan ibret almadığını açıkça gösterdi."

Filmlerde bir sahne vardır. Kahraman sevdiğini "Seni seviyorum" der. Sevgili "Bir daha söyle" der. "Bir daha söyle!" Nigâr Hanım öylesine alâyişli bir yaşantı içinde sevgiye muhtaçtı. Birkaç dizesini aktardığım şu şiir bunu göstermiyor mu?

"Yegâne sevdiğin âlemde ben miyim şimdi?
Sahih ben miyim artık muhâtab-ı aşkın?
Bütün bu hiss-i amîk-î fuâd-ı pür-şevkin,
D ibtilâ-yı ezel o alâik-i ebedi
Benim mi şahsıma muhsûr?.. Bir daha söyle...."

Tamburi Cemil Bey'in bestelediği  şu şiiri içerisinde bulunduğu durumu anlatmaktaydı:

Feryâd ki feryâdıma imdâd edecek yok
Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok

Te'sîr-i mahabbetle yıkılmış müteellim
Vîrâne dili bir dahî âbâd edecek yok

Kes varsa alâkan bana ey tâli'-i dûnum
Sen var iken âlemde beni yâd edecek yok

Hakkıyle bilir zâr gönül hâlet-i aşkı
Mâhirdir o fende anı üstâd edecek yok

Yâ Rab ne için zâr-ı Nigâr'ı şu cihanda
Nâ-şâd edecek çoksa da dil-şâd edecek yok

Evliliği hiç de iyi gitmiyordu. Boşanmak için hayli çabaladı. Birkaç yıl sonra tekrar evlendi. O da yürümedi. İki evlilik arasında bir çok evlilik teklifleri almıştı.  Bunların önemlileri, yurtdışında yaşamayı ya da din değiştirmeyi gerektiriyordu.  Babasının Macarlıktan Türklüğe dönüşünü sahiplenmesi Nigar Hanım'ı engellemişti. Giderek sağlığı bozulmaya başlamıştı. Böbrek, mide, siyatik, romatizma, sinir, göz, diş hastalıklarının yanısıra uykusuzluk çekmekteydi.

Süleyman Nazif, "Şair Nigâr Hanımın en kıymetli eserleri üç oğludur" dermişti.  Bunlar kendi dönemlerinde oldukça tanınmış Salih Münir Nigâr, Feridun Nigâr, Salih Keramet Nigâr'dı.

Nigâr Hanım, yaşadığı dönemde ilk örnekleri görülmeye başlanan Milli Edebiyat akımına katılmadı. Hece ölçüsüne ve dilde sadeleşmeye karşı çıkan görüşleriyle çağdaşı gelişmelerin uzağında kaldı. Ruşen Eşref'e şöyle demişti:

"... benim sevdiğim ve anladı­ğım edebiyat, eskiden yani Fuzulî'den Fikret'e ka­dar olan edebiyattır. Bugünkü edebiyatı ben tada­mıyorum, belki de yetişemiyorum. Hele hece vez­ni!.. Ben şiiri yalnız aruzla anlarım. Hece vezniyle olduktan sonra o zaman nesrin ne kabahati var di­yorum. Terkiplerin de muhafaza edilmesi taraftarıyım. Yüksek tabakayı halk tabakasına indirmesinler; halkı yüksek tabakanın seviyesine çıkarsınlar. Yok eğer bunu yapamıyorlarsa halk tabakası için de bir edebiyat olsun; fakat yüksek tabakanınkine dokunmamak, ona sataşmamak şartıyla. ..."

Nigâr Hanımın şiir kitapları Efsus 1 (1886), Efsus 2 (1890), Nîrân (1896), Aks-i Sada (1900) Safahat-ı Kalb (1901), Elhan-ı Vatan (1916, bir bölümü düz yazı) adlarını taşıyordu. Ölümünden sonra 1978 yılında  Tesir-i Aşk adlı oyunu yayınlanmıştı. Anılarının bir bölümü ise 1959'da Hayatımın Hikayesi adlı kitapta yayınlandı.  Yarınki yazımda Nigar Hanımla ilgili ciddi bir çalışmadan söz edeceğim.