Her ne kadar referandum öncesi çok tepki çeken, partisinden istifası istenecek kadar haddini aşanlar olsa da, diğer seçimlerden önce gördüğümüz atmosferden farklı ve güzel şeyler oluyor. Evet, belki biraz da bakan göze bağlı güzellikleri görmek ama ben atılan bazı adımları önemsiyorum.

Psikolojik tedavi gören bir kadın, başörtülü bir öğrenciye tacizde bulunuyor, hatta çok çirkin bir tavırla başındaki örtüsünü çekip hakaretler savuruyor. Annesi dahi yanında yer almıyor, herkes tepki gösteriyor. Özellikle başörtüsünü "bireysel hak" görme konusunda mırın kırın eden kesimden bile tepki sesleri yükseliyor.

Ana muhalefet partisinin genel başkanı gidip, başından örtüsü alınan kızımızı ziyaret ediyor, ona destek çıkıyor. Bu güzel bir hareket değil mi? İnsanların birbirinden seslerini duyuramayacakları kadar uzaklaştığı fay hattının iki yanının bir birine bir adım da olsa yaklaşması, uçurumu kapatmaya dönük adımlar atmasını önemsiyorum ben.

Zaman akıp gittikçe, olayları daha soğuk kanlı bir şekilde değerlendirmeye başlayınca bazı takıntılarımızdan da kurtuluyoruz. Bu bile güzel bir şey.

* * *

Ne zaman gündeme gelse bir bardak suda fırtına kopartılan Taksim Camii'nin temeli, sessiz sedasız atıldı. Ne büyük bir zafer kazanılmış gibi bir şova dönüştürüldü, ne de sanki memleket elden gidiyormuş gibi ortalığa dökülenler oldu. İşte onun için "sessiz sedasız" diyorum. Gerçi temennilerim gerçekleşmedi, temel atma törenine CHP cephesinden katılan olmadı ama olsun. Yine de tantanasız, tartışmasız, gerilimsiz bir şekilde başladı caminin inşaatı.

CHP cephesinden bir başka güzel adım daha geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, teşkilata referandum taktikleri verirken "AKP demeyin, AK Parti ya da Adalet ve Kalkınma Partisi deyin" tavsiyesinde bulundu.

Tamam. Partinin adını oluşturan kelimeleri kısaltınca AKP çıkıyor ortaya ama, tüm taraftarları "Ak Parti" demeyi tercih ediyorsa, buna saygı göstermek gerekmez mi? Siz "Neresi ak?" derseniz, CHP için "Halk Partisi" kısaltmasını kullananlara karşı "Halk bu partinin neresinde?" diye sorma hakkı doğuyor doğal olarak. Bu tür kelime oyunlarından kimseye fayda gelmiyordu zaten. "Karşı tarafa saygı duymak" açısından güzel bir adım bence.

* * *

Bir konuşmasında, referandumda "hayır" çıkması halinde iç savaş çıkabileceğini söyleyen Ak Parti'li bir il yöneticisi, partisi tarafından anında istifaya davet edildi. Her ne kadar o yönetici "Size tek bir benzetme yapayım. Eğer yüzde 50'yi geçemezsek ve bu referandum oylamasında başarısız olursak iç savaşa hazır olun" sözlerinin çarpıtıldığını, cımbızlandığını söylese de, partidaşları bile bu sözün arkasında durmadı. Anında istifası istendi. Bu sözler "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu" çerçevesinde değerlendirerek soruşturma açıldı o parti yöneticisi hakkında.

Bu da güzel bir şey değil mi?

Bence bundan sonra hiç bir partili "hayır çıkarsa iç savaş olur", "hayır diyenler vatan hainidir" gibi bir söylem üzerine kuramayacak söylemlerini. Oturup, referandumda halk oyuna sunulan maddelerin, ülke yönetimine ne tür avantajlar getireceğini tek tek anlatmak zorunda kalacak. Birilerini ötekileştirerek, düşmanlaştırarak, halkın arasına "nifak" sokarak propaganda yapılamayacağını, herkesin anladığını zannediyorum.

* * *

"Anlamayanlar var" diyorsunuz değil mi?

Onlar, sürüdeki "kara koyun" gibi sırıtacak bulundukları yerde. Çünkü o tipler, hiç bir zaman "dava adamı" olmadı ve bu topluma anlatabilecekleri bir hikayeleri yok. İktidar partisi yelkenleri şişirip, "gücü elinde bulunduran ve dağıtan" noktaya geldikten sonra bünyeye giren ve kendisine yer edinmeye çalışan tipler hepsi. Ak Parti'nin kuruluş dönemindeki sancıları, yapılan fedakârlıkları, "dava" uğruna çile çekenleri yakından bildiğim için bu kadar iddialı konuşuyorum.

"Siyaset=menfaat" zihniyetindekilerin, suçlama, karalama, iftira, ifrat, tefrit hatta provokatörlükten başka bir yöntem uygulaması mümkün değil ki!..

Referandum propaganda dönemi, yelkenleri şişirdikten sonra "bir şekilde" gemiye atlamayı başarmış olan "asalak"ların da net bir şekilde ortaya çıkacağı bir dönem.

İktidar destekçisi medyada da böyle bir "hesap dönemi" yaşanacak tahminimce.

Bir yanda ömrünü belli bir siyasi zihniyetin savunuculuğunu yaparak geçirmiş ve "dava"nın bedelini her sahada çile çekerek ödemiş olanlar var, diğer tarafta ise o "dava" ile hiç örtüşmeyen bir yaşam tarzını sürdürmek için iktidar safında yer alıyormuş gibi gözükenler...

7 Haziran'dan sonra ve 15 Temmuz gecesinde "Dur bakalım ne olacak" diye bekleşenler, hep gemiye sonradan binenlerdi.

Referandumdan evet mi çıkar, hayır mı çıkar bilemem ama, 17 Nisan'dan sonra hem iktidar partisinde, hem de muhalefet partilerinde "kabuk değişimi"nden tutun da "hücre yenilenmesine" kadar büyük değişimler olacak.

Bence güzel şeyler oluyor ve daha da olacak...