Geçtiğimiz hafta İstanbul'un göbeği sayılabilecek bir yerde gece yarısı iki çete çatıştı hatırlarsanız. 100'den fazla mermi yaktılar ve yoldan geçen 16 yaşındaki bir genç can verdi vücuduna isabet eden 8 mermiyle. Çetelerin "namı"nı yürüttükleri isimleri de varmış, bölge hakimiyeti yüzünden aralarındaki husumet doğurmuş çatışmayı. Ya o 16 yaşındaki çocuğun, onun anasının-babasının acısını kim doğurdu...

Gözaltındaki şahıs sayısı sadece 6. Evet evet, altı. "16 olsa ne yazar" diyenlerdenim ben de sizin gibi ama 100'den fazla mermiyi 6 kişi mi yaktı? İki çete sadece 6 kişiden mi ibaretti?

Çete o kadar mermiyi kaç dakikada sıktı? Polis olay yerine kaç dakikada geldi? En yakın polis karakolunun uzaklığı neydi? Bunların hepsi can alıcı sorular ama yine de ayrıntı. Ana konu, şehrin bir mahallesinde bir çetenin kendisine rakip olarak diğer bir çeteyi görmesi... Neyin hakimiyeti peki? Hangi rant paylaşılamadı? Elbetteki "gayrimeşru" dünyanın rantı, yani suçla, yasadışı işlerle elde edilen paranın.

* * *

Gazetelerin 3. sayfaları haber sıkıntısı çekmiyor. Ama "başlık" sıkıntısı çekiyor nedense. Çünkü "suç makinesi çıktı", "sabıkası kabarık", "çeteler çatıştı" gibi başlıklar bile yaşananların vahametini anlatmaya yetmez oldu. 

Sefaköy'deki çatışma ne ilk, ne de son. Daha önce Güngören'de oldu benzeri, Sultangazi'de oldu, Gaziosmanpaşa'da oldu, Şişli'de, Esenyurt'ta, Beykoz'da, Maltepe'de yaşandı. "Çeteler savaşı"nın yaşanmadığı ilçe kaldı mı, bilemiyorum. Ya da "çetenin olmadığı ilçe var mı" diye mi sormalı?

Her olayın üzerinden daha saatler geçmeden, daha önce başkalarının duymadığı bir çete adı düşüyor ajanslara. Eminim ki, o mahallede ve çevresindeki mahallelerde yaşayanlar belki de yıllardır biliyor çatışan çetelerin adını.

Sefaköy'de hayatını kaybeden ana kuzusu ilk değildi. Umarım son olur. Esenyurt'ta bir "suç makinesi"nin silahından çıkan kurşunla ağır yaralanan, aylarca yatağa bağlı kalan, ailesinin tedavi giderlerini karşılamak için her "meşru" yolu denediği ama kurtaramadığı Ahmet Emre Çavuş vardı hatırlarsanız. Onu vuran cezaevi firarisiydi ve başka bir suçtan yakalandı.

* * *

Adliye önünde çatışmalar yaşanır oldu. Beline silahı takıp, hatta uzun namlulu silahlarla Adliye yakınına kadar gelip "hesaplaşma" için gözünü kırpmadan mermi yağdırabilecek guruplar, suç rantı paylaşımcıları yayılmış her yana.

"Her yana" sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü "Hangi ilçe daha güvenli" diye sorsam, hiç biriniz bırakın yemin etmeyi, "kalıbımı basarım" diyerek cevap veremeyecektir.

Bireysel suçları saymıyorum bile. Kediye, köpeğe, yaşlıya karşı "vahşet" derecesine varan olaylardan hepiniz üçer beşer örnek verebilirsiniz. 

Ağzı süt kokması gereken çocuklar, ellerinde en basiti kelebek bıçakla, biraz ilerisi satırla, biraz daha "arkası sağlam" olanı ateşli silahla dolaşıyor sokaklarda. Bağcılar'da sevgilisini sabahın ilk ışıklarında pompalı tüfekle karanlık mezara gönderen de bir "çocuk"tu hukuk önünde. Reşit değildi yani.

Tüfeği internetten sipariş ettiğini ve kargoyla geldiğini anlatmıştı ifadesinde. "Adrese teslim silah kaçakçılığı"nın kolaylıkla yapılabildiği bir ortamda, kim kendisini güvende hissedebilir ki?

Suçun yaygınlığı korkuyu, korkunun hakimiyeti haksız kazancı, haksız kazancın artması çeteleşmeyi, çeteleşme çatışmayı doğuruyor.

* * *

Kurtlar Vadisi nesli, her mahallede, her sokakta bugün. Herkes bir "Çakır" olma peşinde, biraz işini rayına oturtan "Zaza Dayı" havalarında...

Neden?

Suç para kazandırıyor, para güç kazandırıyor, "çete" veya "mafya" olarak çıktığın yolda bir süre sonra "işadamı" sıfatı kazanabiliyorsun kolaylıkla. İşin kötü yanı, toplum da "korkuyla karışık" saygı duyuyor, hayran kitlesi oluşuyor bu tiplerin.

Yasalar mı yetersiz? Yoksa işin içinde başka numaralar mı dönüyor? Benim gibi sokakları bilen birisi, mekanizmanın nasıl işlediğinin farkında. Bazen yasalar yetersiz kalıyor, bazen yasaları yorumlayanlar...

Kumar ve uyuşturucu, çetelerin birinci gelir kaynağı. Bir bataklık var ve sürekli sinek üretiyor. Birileri "verimli" alanları değerlendiriyor, işsizliğin, mutsuzluğun, ekonomik gelirin "az" olduğu yerlere "şeker" koyup, sinekleri beklemeye başlıyor. Bir kere o şekerin tadına bakanın, kolay kazancın cazibesine kapılanın, hele bir de genç yaşta "namı" olanın o yoldan çıkması o kadar çok zor ki! Önce TV dizilerine bakın, dönüp sokakları dolaşın... Dizilerdeki ışıltılı dünyanın "sermayesi" olmaya hevesli genç kızlar ve o dünyanın "kralı" olma yolunda ilerlediğini zanneden "suç makinesi" adayı genç delikanlılar...

* * *

TBMM'de "yasalar mı yetersiz kalıyor" veya "yasalara uymayan ve uygulamayanlara yaptırımı ağırlaştıralım" diye düşünüp çözüm aramak yerine birbirlerini dövmeye çalışanlar, hakarette yarışanlar bu tablodan utanmıyor, hatta ürkmüyor mu?
Eğer utanmıyor veya ürkmüyorlarsa, daha fazla endişe duymalıyız. Son yaşanan bir olayı aktarayım gazete sayfalarından ve öyle noktalayalım. Haber şöyle:

Konya'da polisin "dur" ihtarına uymayan sürücü Samet A. (26), otomobiliyle 1 otobüs ile 1'i polis aracı olmak üzere 4 otomobile çarparak durabildi. 

İHA'nın aktardığına göre ehliyetsiz sürücü karakola götürülürken "Bu alemde unutulan değil iz bırakanlardan ol. Alem buysa kral biziz" dedi.

Şimdi oturup hep birlikte kendimize soralım. Herşey ortada ve alem bu madem. Peki kral kim, soytarı kim?