Hocam Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın kulaklarımda küpe olan bir öğütü vardır: “Edebiyatta, kesin sonuç yoktur; olabilir, düşünülebilir, söylenebilir, sanılabilir diyeceksin.”

Bir anma toplantısında benimle birlikte konuşmacı bayan bilim adamı, benim 1884 olarak belirttiğim Ahmet Haşim’in doğum tarihini 1887 olarak düzeltti. “Keşke Ahmet Haşim yaşasaydı ve o da doğum tarihinin 1884 olmadığını öğrenseydi” diye içimden geçirdim.

1921 yılında başarısız bir evlilik denemesi yapan Ahmet Haşim’in hayatının son günlerinde, yanında olan ve hastalığı süresince ona şefkatle bakan hanımla evlendiği ve birkaç gün sonra vefat ettiği bilinir. Konuşmacıdan öğrendim ki, Ahmet Haşim o bayanla büyük bir aşk yaşamaktaymış. Vapuru kaçırması, sevdiği bu kadına, bir an önce kavuşmasını geciktireceği için, onu çileden çıkarırmış. Bu bayanla 1930’lu yılların başında Ahmet Haşim, Moda’da buluşur, el ele mi tutuşur, göz göze mi gelirlerdi bilemeyiz ama; güle, karanfile, bülbüle, leyleklere, göldeki kamışlara şiir yazan Haşim’in, bu bayana da yazdığı şiirler olsa gerek. Umarım bir gün ortaya çıkar. Düzeltmelerin düzeltmesini yapmadım. Dinleyiciler bu tatsız durumdan sıkılmış ve tepkilerini alkışla göstermişlerdi.

Güzel şeylerden söz etmek gerekir. 77 inci ölüm yılında Ahmet Haşim’e saygının gereği de budur.

Varsayalım ki, Ahmet Haşim, Karanfil’i sözü edilen vefa dolu ve muhterem bir kişi olduğundan kuşku duyulmayan Güzin  Hanım için yazdı:

“Yârin dudağından getirilmiş

Bir katre âlevdir bu karanfil,

Ruhum acısından bunu bildi!

Düşdükçe  vurulmuş gibi, yer yer,

Kızgın kokusundan kelebekler,

Gönlüm ona pervane kesildi.

Hepimizin bildiği ve sevdiği  karanfili,  ancak Haşim bu şekilde tasvir edebilirdi.  Bir damla alev olan  karanfil,  niçin yârin dudağıdır ve niçin acıdır? Bu soruyu Yusuf Ziya Ortaç Haşim’in ölümünü izleyen günlerde  Galatasaray Lisesi’nde verdiği konferansta yanıtlamış.

Cenap: “Senin ağzın benim, benim ki senin / Çifte buseyle yek dehan olduk!” diyor.  Nedim: “Ne berk-i güldür o leb, çiğnesem şeker sanırım, / Ne goncadır o dehen, koklasam şarap kokar!” demektedir.  İkisi de dudağın lezzetini, busenin tadını biliyor.  Ama Haşim’e göre, şeker tadı veren bir gül yaprağı ve şarap kokan gonca değildir. Karanfil, acı ve kokusundan belli ki, yârin dudağından getirilmiştir.

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı. Yüzün perde perde solmakta,

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...    ......”

Edebiyatımızın en güzel şiirlerinden biri şüphesiz ki “Merdiven”dir. İhtiyarlığa ulaştıran hayat yokuşu ile gurup arasındaki sembolik ilgiyi anlatmakta. İşte melâl bu. Sözlüklerde yazılan tanımıyla “usanma, sıkıntı, bıkma” değil. Halk şiirindeki “Ağla göz yaşlarını sil melûl melûl”ün anlatmak istediği ruh hali de  bu. Haşim’in şiiri sembolik olduğu için, her okuyan  bir anlam vererek  kendinden bir şeyler katabiliyor. Ama, her tuşu ayrı bir ahenk veren piyano gibi, her bahri ayrı bir ahenk veren, aruzun “mefâilün feilâtün mefâilün fâlün” vezni de duygulara ayrı bir derinlik vermekte.

Büyük sanatçıların eserlerinde aşağılık yükseklik değil, farklılıklar söz konusu olabilir. Ahmet Haşim’in şiiri, farklı bir şiir.  Bedeninin, ruhunun bütün zerrelerini içinde taşımakta. Işığın gölgeleri ve tonları ile dolu.  Hayatını sanata bağlamış bir kişiliğin ürünleri, anlatımları.

Unutmamak gerekir ki, Haşim’in nesirleri de en az şiirleri kadar başarılı ve anlamlı.  Onun şiirleri gibi, nesirleriyle de okunmalı.  Yalnız anlatım güzelliğini değil, orijinal ve eskimez  zevki, ince bir zekası ve benzersiz bir bakışı görülmeli.

Sanırım, arayış içinde olan genç sanatçılarımıza; batı ve doğu sembolizmini  kendi duygu potasında karıştırıp, kendine özgü renk, koku ve ses armonisini meydana getiren Ahmet Haşim’in  vereceği çok şey var. Bir şiiriyle yazımızı bitirelim:

Bir Günün Sonunda Arzu

Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümayan,

Güller gibi... sonsuz, iri güller

Güller ki kamıştan daha nalan;

Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar

Tekrarını ömrün eder ilân.

Kuşlar mıdır onlar ki her akşam

Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam

Bir sırma kemerdir suya baksam;

Üstümde sema kavs-i mutalsam!

Akşam, yine akşam, yine akşam

Göllerde bu dem bir kamış olsam!