İran'da bir haftadır sular durulmuyor. Ülkenin, Türkmenistan-Afganistan sınırına yakın bölgelerinde ekonomik sebeplerle başlayan protestolar, sosyal medya aracılığıyla diğer bölgelerde de yankı buldu. Resmi rakamlara göre 20'ye yakın İranlı öldü gösterilerde. Mollalar da rejime sahip çıkmak için sokağa döküldü. Polisin sert müdahalesi sırasında, göstericiler arasından polise ateş açılması, olaya "protesto ve halkın sesini duyurması"ndan öte anlamlar yüklemeyi sağladı.

Suriye'de Esad rejimine karşı ayaklanmayı "vatana ihanet" olarak görenler, İran'da yaşananları alkışlamaya ve "bu bir halk hareketidir" diyerek kutsamaya başladı. Suriye'deki ayaklanmayı meşru hak ve "demokrasi talebi" olarak görenler, söz konusu İran olunca "ABD tezgâhı" diyerek karalama kampanyasına girişti. "Ayarsız kantar" gibi tartıyoruz olayları. Hatta "işimize geldiği, çıkarımıza uyduğu" gibi desek daha net bir ifade olur. İran'da yaşanan süreci bizim olumlu ya da olumsuz yönde etkileme şansımız yok. Ama İran'da olanları iyi okumamız şart. Türkiye için de benzer bir süreç çok uzakta değil. Hem yeterince malzeme var, hem de bu malzemeleri "motivasyon" kaynağı olarak kullanmak için altyapı hazırlayan dinamikler... Hem de İran'dakinden çok fazla.

* * *

Neyse, biz İran'a dönelim.

"Üst aklın Beyaz Saray temsilcisi" Donald Trump, İsrail'de, Suriye, Mısır'da dert etmediği "demokrasiyi", İran için savunuyor ve "İran'da değişimin vakti geldi" diyerek göstericilere destek veriyor. "Bizim Ayetullah Mike iyi çalışmış, bravo" diyecek hali yoktu tabii...

"Anti emperyalist ve devrimci siyasal bilinç" sahibi oldukları için İran'daki gösterileri "halkın demokrasi hareketi" olarak görenler, önce Ayetullah Mike'yi hatırlayıp, iyi tanımalı. Trump, "Müslümanım" diyen CIA'nın en karanlık ajanlarından biri olan Michael D'Andrea (Ayetullah Mike) adlı CIA ajanını Haziran ayında İran operasyonunun başına getirmişti. Ayetullah Mike, rejimle sorunlu bölgelerde iyi çalıştı, binlerce sosyal medya hesabı oluşturdu, yoksul ve işsiz halkın "tepkisini" trollerle isyan kıvamına getirdi. 

İran halkının, sokağa çıkarak hoşnutsuzluğunu dile getirme ve hatta rejim değiştirme pratiğine sahip bir halk olması büyük avantajdı. Şah da öyle gelip, aynı şekilde sokak gösterileriyle gitmişti.

* * *

İran'da "özgür basın" veya "bağımsız haber kaynakları" olmadığı için sokak gösterilerinin rejime karşı mı, yoksa hükümete karşı mı yapıldığından emin olmak mümkün değil. Ayetullah Mike'nin kurduğu "algı trolleri"ne bakılırsa, hareket rejime karşı.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye göre ise hükümet protesto ediliyor. Ruhani "İranlılar, İran hükümetini protesto etmek ve eleştirmekte özgürdürler" dedikten sonra sınırı "Kamu malına zarar vermeden protesto edilmeli" diyerek çiziyordu. Protestolara "hak" olarak bakması bile bölgedeki birçok ülke için "lüks" bir bakış açısı...

Peki ne diyor sokaktaki halk?

Sloganlar, ağırlıklı olarak yolsuzluklara, ekonomik şartların kötülüğüne vurgu yapıyor. Ekonominin, mollaların elinde olması, kendilerini "rejimin ve devletin sahibi" gören mollaların giderek zenginleşmesine karşılık, petrol ve gaz zenginliğinden pay alamadıklarından yakınıyor halk. Haklı mı? Elbette evet...

"Yolsuzluk" konusunda ülke içinde kalanları, yerel olanları bir kenara bırakırsak, en büyük olay Babek Zencani'nin "iç ettiği petrol ve gaz paraları" ile patlamıştı. Ahmedinejat'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde kurulan "ambargoyu delerek petrol paralarını İran'a transfer etme" tezgâhı, Babek Zencani'yi ve çetesini bölgenin sayılı zenginleri arasına sokmuştu. Ahmedinejat seçimi kaybedince, geçmişin kirli işlerinin faturasını "üç beş kişiye" yıkarak, "bağırsaklarını temizleme"ye başladı.İran devleti. Babek Zencani, iç ettiği paralar yüzünden idama mahkûm edildi. Zencani, Rıza Sarraf'ta da önemli miktarda parası olduğunu iddia etmişti hatırlarsanız.

* * *

Demek ki, sadece Babek Zencani ve onu koruyanların yargılanması halkı tatmin etmeye yetmedi. Sokaklardaki halk, Tahran'daki karar alıcıların, Suriye ve Lübnan savaşları için ülke kaynaklarını heba ettiğini ve kendilerine de sefalet çektirdiğini dillendiriyor.

ABD ve İsrail de, İran'ın Suriye ve Lübnan'daki varlığını "tehlike" ve "terörizm" olarak görüyor. Ne tesadüf?

Öyle veya böyle, İran halkının sokağa inmek için yeterli sebebi var. İran'ı yönetenler eğer ABD ve İsrail'e karşı "demir leblebi" olarak kalmak istiyorsa, halkına "demir yumruk" olmak yerine "özgürlüğün gücünü" devreye sokmalı. Halkını mutlu etmeyen hiçbir sistemin uzun süre yaşaması mümkün değil. Bu, insan fıtratına da aykırı. 

Kendilerini "günahsavar" olarak gören mollalar "Devrimden önce evimizde ibadet edip dışarıda eğlenirdik. Artık dışarıda ibadet ediyor evimizde eğleniyoruz" yakınmasına kulak tıkadıkları sürece, onların da "ABD'nin oyununa gelmeyin" çağrısına kulak veren git gide azalacak. 

Bu vesileyle, "Allah, insana günah işleme özgürlüğü vermiştir. Günahsızlık talep etme hakkı vermemiştir. Af dileme hakkıyla günah işleme özgürlüğü vermiştir. Hz. Peygamber günahları açan değil örtücü olan bir rahmet geleneğinin mimarıdır.

İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale edildi. Günahları ortaya saçarak Allah'ın hududuna müdahale ediliyor" diyen "mütedeyyin" milletvekilimizin sözlerini de hatırlatalım o mollalara...