Zamanda geriye gitmek

Abone Ol

Sanırım bizim toplumumuzdan başkası yoktur zamanda geriye doğru giden. Bu çıkarıma yol kenarlarında gördüğüm çeşmeler neden oldu. Kaz Dağlarında yol kenarlarında, dağ başlarında, ummadığınız yerlerde çeşmeler çıkıyor karşınıza. Homeros Kaz Dağlarını bin pınarlı İda diye anlatıyor. Yeri gelmişken bence Kaz Dağlarının adı ‘’İda’’ dağı olarak değiştirilmeli ve mitolojik öykülerdeki yeri her zerresine kadar turizm açısından değerlendirilerek kullanılmalı.

Düşünün bir kere insanlık tarihiyle yaşıt bir bölgede yaşıyoruz; bu bölgede bütün dünyanın bildiği ‘’İlyada’’ destanı dillendirilmiş ve neredeyse dünya üzerindeki bütün edebiyat gelişimlerinde yerini almış ama biz o destanda söz edilen ‘’İda Dağına’’ Kaz dağları demeye devam ediyoruz.

Dağlarda dolaşırken karşınıza çeşmeler çıkıyor. Yüz sene, yüz elli sene önce yapılanlar da var beş ya da on yıl önce yapılmışlarda. Eski çeşmelerde insanı ve doğadaki diğer canlıları rahatsız etmeyen estetik bir duruş var. Ama günümüze geldikçe saçma sapan, fayans kırıklarıyla kaplanmış, mermer artıklarıyla sıvanmış; gereksiz büyüklük ve abartıda çeşmeler çıkıyor karşınıza. Ve insan ister istemez yüz yıl önceki becerimizi ve estetik düzeyimizi nasıl kaybettik diye soruyor kendine.

Yaşamımızın her alanında var artık bu durum. Çoğu insan giyinmiyor örtünüyor, yemek yemiyor karnımızı doyuruyoruz. Hepimiz hiçbir kişiliği olmayan kibrit kutusu gibi evlerde yaşıyoruz. Evimiz yok barınağımız var artık.

Allah aşkına beş yüz yıl önce yapılan camileri gözünüzün önüne getirin ve onları günümüzde yapılan ‘’taklitleriyle’’ karşılaştırın. Birinde sanatın, estetiğin, mimarinin ince çizgilerini göreceksiniz; günümüz yapılarına bakınca da kör olmak isteyeceksiniz.  Söyleyecek söz bulamıyor ve o kadar farklılar ki karşılaştıramıyorum bile.

Çeşme ve cami örneğiyle başladık; bu örneklerden yola çıkarak neleri kaybettiğimizi anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Bu geriye gidiş, bu aşınma aslında insanlarda başlıyor. İnsanlar kültürel olarak sürekli zamanda geriye doğru gidiyor. Tabi ki bu gidişin sonunda da mutlaka çirkinlikler oluyor her alanda. Çok şaşırmamak gerekiyor. Testide ne varsa dışarıya o sızıyor. Kural hiç değişmiyor; ruhumuzda olan mutlaka bir gün gösteriyor kendini. İsterseniz yapılan işlerle, isterseniz de davranışlarla sınayın sonuç hiç değişmiyor.

Kısacası canım ülkem ve insanlarım zamanda geriye doğru gitmeye devam ediyor.

Bizler daha yerleşik düzene geçmeden önce büyük ve muhteşem bir kültürü geliştirmiş, yaşatmış insanların devamıyız. Ne zaman başladı bu geriye doğru yolculuğumuz bilmiyorum ama tahminim ellili yıllardan bu yana pek ilerleyemediğimiz.

Yüzüncü yılını kutlamaya yaklaştığımız genç cumhuriyetimiz 1923 yılından 1950 yılına kadar üstelik bir de 2.Dünya savaşı yıllarının acısına ve zorluğuna karşı koyarak çok ciddi bir ilerleme sağlamış. Ne yazık ki son yetmiş yılımızda geriye doğru zamanda yolculuğumuz hızlanmış. Cumhuriyetin yüzüncü yılında bu geriye gidişin doruk noktasına ulaşacağını düşünüyorum.

Fayans, kırık mermer ile kaplanmış çeşmeler, binalar, evler görmeye devam edeceğiz. Günümüzde bu çirkinliklere evlerin içindeki altın varaklar da eklendi. Herhalde “görülmediğini” düşünen insanlar altın varaklarla, aracında dinlediği son ses çirkin şarkılarla, gürültülü egzozlarıyla ‘’ben de buradayım’’ diye çığlık atıyor. Bu kirlilik böyle devam edecek bir süre daha. Kurtulmak ya da gelişmek mümkün mü? Evet mümkün.

Kurtulmanın tek yolu iyilerin de kötüler kadar cesur olması. Başka hiçbir yol yok.