Afganistan’da yaşanan dramı yazmak istiyordum. Hatta yazmaya da başladım. Kendime bizi Afganistan’ın durumuna düşmekten ne kurtardı diye sordum ve yanıtım ‘’Sakarya Meydan Muharebesi’’ oldu. Daha önemli bir soru da uzun süredir içimde durmadan ağırlaşan zaferlerimizin neden kutlanmadığı sorusudur.

13 Eylül 1683 tarihinde Viyana önlerinde başlayan geri çekilme kader mi dersiniz, rastlantımı bilmiyorum ama yine bir 13 Eylül’de Ankara’ya elli kilometre mesafe kala durdurulmuştur.

Ne yazık ki tarihimizi klasik edebiyat yapıtlarına dönüştürdüler. Klasik eserleri çoğu kişi okumamıştır ama hemen hemen herkes kaba taslak öyküyü bilir. Bu nedenle en az okunan ama ‘’okudum’’ yalanıyla geçiştirilen eserlerdir. Artık bizim insanımız da kabaca tarihimizi biliyor ama gerçek anlamda umurunda bile olmuyor.

Bir toprak parçasını vatan, ülke yapan bağ o toprak parçasında yaşayan insanların ortak tarihleridir, kültürleridir. Atalarımızın kazandığı ve kaybettiği savaşlar, ülkenin başına gelen felaketler, ortak acılar ve ortak sevinçler ulus olmanın, ülke olmanın başlangıcıdır. Tıpkı Avustralya ve Yeni Zelanda örneği gibi; bu ülkeler Çanakkale’de verdiği kayıplarla ulus olma bilincini geliştirmiştir.

Bu ülkelerden binlerce insanın savaşa gelme nedeni manipüle edilen iki Afganistanlının okul çocuklarını taşıyan trene yaptığı silahlı saldırıdır. Yaşadığımız günlerde bu müthiş algı çalışması film olarak ama onların bakış açısıyla izletiliyor bizlere.

İngilizler Çanakkale için sömürgelerinden asker toplamaya çalışmaktadır ama bir türlü insanları ikna edememektedirler. Pikniğe giden çocukların trenine yapılan saldırıdan sonra bu ülkenin gençleri kitleler halinde askere yazılmaya başlar ve Çanakkale’ye getirilirler. Bakın kurgu da olsa bu ortak bir acı ve ortak bir tarihtir.

Esir almanın,  yenmenin ilk yolu rakibini korkutmak, kazanamayacağına inandırmaktır. Çaresizliği öğrenenler daha doğrusu çareleri olmadığına inandırılanlar artık yenilmiştir. Uluslar gücünü ortak tarihlerinden, ortak kültürlerinden alır. İnsanların zaferlerini kutlaması engellenirse bir süre sonra tarih silikleşir ve bir gün önemsiz bir ayrıntı gibi kalır. Gün gelir tarih değiştirilip yeniden yazılır.

Bizler distopik bir romanın içinde  yaşıyormuş gibiyiz. George Orwell’in 1984 adlı romanında tarih nasıl durmadan değiştiriliyorsa  bu günlerde bu duruma birebir  şahit oluyoruz. Milli Mücadeleye başından beri karşı olan, Milli Mücadeleyi başlatanlar için idam fermanı çıkaran, ordular kurup Türklerin bağımsızlığı için savaşan kahramanların üstüne gönderen Vahdettin; bizlere tarih derslerinde İngiliz gemisiyle ‘’kaçtı’’ diye öğretilirken; şimdi  ‘’terk etti’’ diye yumuşatıldı bu ihanet.

29 Nisan 1916 kazanılan ve 29 Nisanda kutlanan Kut zaferi 1952 yılında Adnan Menderes tarafından kaldırılmıştır. Bu istek İngiltere’den gelmiş ve utanç duydukları yenilgiyi unutturmak için kaldırtmışlardır.

Şunu bilmeliyiz ki vazgeçtiğimiz zaferlerimiz kaybettiğimiz yeni savaşlardır.

13 Eylül 1683 yılında başlayan geri çekilme 238 sene sonra Sakarya Meydan Muharebesi ile durdurulmuştur. Bizler bu zafer başlangıcıyla yaşadığımız topraklara yeniden sahip olduk. Bu gün burada, bu cennet gibi vatanda yaşıyorsak bunu Sakarya’da şehit olan 5700 kişiye, 18.480 yaralıya, 828 esir ve 14.000 kayıp atalarımıza borçluyuz.

İnsan kalabalığından ordu olmaz. İnsan kalabalığı savaş kazanamaz. Kalabalık niteliksiz bir güruhtur. İnsanları bir araya liderler getirir. Doğru lider olmazsa zafer olmaz. 300.000 kişilik düzenli, ağır silahlı Afgan ordusu 70.000 kişilik Taliban’a yenildi. Onlar onları ortak bir amaç uğrunda birleştirecek bir lider çıkaramadılar ve yenildiler.

Ne mutlu ki bizler tarihin her evresinde liderler çıkarmış bir ulusuz.

Bu toprakları bizlere vatan yapmak için canını veren şehitlerimizi saygıyla, minnetle, şükranla, gururla anmak bizim en önemli görevimiz olmalı.

Sakarya Meydan Muharebesi zaferimizin yüzüncü yılı kutlu olsun.