Yıldızlı semalar

“Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel” şarkısını benim gibi sizler de seversiniz sanıyorum. Ben bilmesem de bazılarınızın kürdili hicazkâr makamında olduğunu da bilirler. Bestekarını Sadi Hoşses olduğunu düşünmeden söylerler. Ben biliyorum ama, sizler de güftekârını söyleyin baklalım?

Abone Ol

Siz benim bilgiç bilgiç sorularıma bakmayınız. Vallahı da billahi de kopya çekmesem ben nereden bileceğim.

Efendim, bugün 1 Ekim 1950 ‘de hayata gözlerine yuman Faik Ali Ozansoy’dan söz edeceğim de olun için girizgâh yapıyorum:

Söze bir şarkıdan başlamışken, bu minvalde dolaşıp işin özüne gireyim:

Lemi Atlı’nın Hüsyni şarkısının güftesi şöyle: “Zaman olur ki ânın hacle-i visâlinde / Bir inzivâ ve o cânânı bîvefâ bulurum / Zaman olur ki gözümden kaçan hayâlinde / Hayat-ı ruhuma müşfik bir aşinâ bulurum.” Günümüz Türkçesine nesir olarak şöyle çevirebiliriz: “Zaman olur ki kavuştuğumuz odada, o sevgiliyi vefasız bulurum ve dünyadan elimi eteğimi çekesim gelir. Bazen de gözümden kaçan hayalinde, hayatım ve ruhum için şefkat dolu bir sevgili bulurum.”

Bir şarkı daha ekleyeyim ve sorayım: Münir Nurettin’in Hüzzam Şarkısını kim biliyor?

“Sahilden uzaklaştık elin şimdi elimde

Bir sisli hayâl olmadan en son emelimde

Fânîliği bir lâhzacık inkâr edelim de

Sevdâ ebedîdir ona îmân edelim de

Bir sisli hayâl olmadan en son emelimde.

Bu şarkıların güftekârı Ali Faik Ozansoy’du. 1876’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Birkaç nesil şair yetiştirmiş bir ailenin çocuğuydu. Asıl adı Mehmet Faik idi. Tarihçi ve şair Diyarbakırlı Saîd Paşa'nın küçük oğlu ve aynı devir şairlerinden Süleyman Nazif'in kardeşiydi.

İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır'da, lise ve yükseköğrenimini İstanbul'da Mülkiye Mektebi'nde tamamladı 1901. Öğrenim yıllarında Servet-i Fünunculara katıldı. Topluluğun en genç üyelerinden birisi oldu.

Okulu bitirdikten sonra birçok yerde kaymakamlık ve mutasarrıflık görevlerinde bulundu. İlk görevi, ağabeyi Süleyman Nazif’in mektupçu olarak görev yaptığı Bursa’da maiyet memurluğu idi. Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy'de görev yaptıktan Mudanya kaymakamlığına terfi etti.

1909'da Fecr-i Ati topluluğuna başkanlık etti. Topluluğa adını o verdi. Nesiller arasındaki köprü görevini Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî grubu arasında da sürdürdü.

1910’da Midilli’ye, ardından Erzurum’a atandı. 1914 yılında Kütahya mutasarrıfı olarak görevlendirildi. Kütahya’daki görevi sırasında askeri bir önlem olarak çıkartılan Tehcir Kanunu’nu Talat Paşa’nın baskılarına rağmen uygulamadı, şehrin Ermeni halkını korudu.

Mütâreke döneminde birkaç ay Diyarbakır valiliği yaptı. 1920’de Ebubekir Hâzım Bey'in dâhiliye nâzırlığı sırasında müsteşarlığa getirildi ise de, iki ay sonra kabinenin düşmesi sonucu, bu görevden istifa etti.

Faik Ali Bey, Diyarbakır valiliği sırasında 1919’da Erzurum Kongresi’ne şehirden heyet gönderilmesi istendiğini de reddetmişti; bunun etkisiyle cumhuriyetin ilanından sonra dışlandı, kendisine görev verilmedi. Son idari görevi, Osmanlı dönemindeki Dahiliye Nezareti Müsteşarlığı oldu.

Ailesi ile İstanbul’a giden Faik Ali Bey, Mülkiye Mektebi’nde Fransızca öğretmenliği ve Saint Benoit Fransız Lisesi’nde ise Türkçe öğretmenliği yaptı; büyük geçim sıkıntısı çekti.

1933 yılında öğretmenliği bırakarak oğlu Munis ile birlikte Ankara’ya geldi; kendisini edebiyata verdi. Oğlu ile birlikte 1936’da “Marmara” adlı aylık bir dergi çıkardı. Dergi, sadece 10 sayı yayımlandı. Kimi şiirleri Bimen Şen, Cinuçen Tanrıkorur, Ruhi Ayangil tarafından şarkılaştırıldı.

Şiir kitapları: Fani Teselliler (1908), Temasil (1912), Elhan-ı Vatan (1915);

Piyesleri: Payitahtın Kapısında (1918), Nedim ve Lâle Devri (1950) adlarıyla yayınlandı.