Yenik ve yorgun

Abone Ol

Güz yerini kışa bırakmak üzere. Bahçelerdeki ve tarlalardaki son ürünler toplanıyor. Zeytinler kararmaya başladı. Bu sene tarım için farklı bir seneydi. Nedense bütün meyveler geç kaldı. Elmaların bir kısmı daha yeşilken döküldü. İnsanlar zeytinlerde de çok dökülme olduğunu söylüyor.

Sabah altı derece hava sıcaklığıyla ile başladığımız günde öğleden sonra sıcaklık yirmi yedi, yirmi sekiz dereceleri buluyor. Kasım ayına girmek üzereyiz ve ağaçlar hala yaz aylarındaki gibi yeşil.

Her anlamda karma karışık bir dönemden geçiyoruz.

Her şey değişiyor. Ya geç kalıyor ya da erken geliyor. Mevsimler, yağmurlar, kar, insanlar, olaylar gün ve gün farklılaşıyor. Bazı acılar sıradanlaştı. Bazı mutluluklar artık yok. Ne ağzımızın tadı var ne de huzurumuz.

Dünyaya üzerindeki hemen hemen her ülkede şu günlerde ekonomik krizden söz ediliyor. Sanki yalan yere şişirilen, büyütülen bolluk günleri bitmek üzere. Elinizde hangi ülkenin parası olursa olsun sanki bir anda paçavraya dönüşecekmiş gibi bir duyguyu siz de hissediyor musunuz?

Sanki birkaç ay, belki birkaç yıl içinde üçüncü dünya savaşının başladığına şahit olacağız. Hemen hemen her savaş ekonomik krizleri takip etmedi mi? Şimdilerde “büyük sıfırlamadan” söz ediliyor. Ne yazık ki kimlerin sıfırlanacağı şimdiden belli.

Akşamları evlerimize yorgun, yenik ve yalnız dönüyoruz.

İş hayatının içinde olan arkadaşlarımla konuştuğumda birçoğunun işyerlerini kapatmak için plan yaptığını öğreniyorum. Kimi arasam ödenemeyen elektrik paralarından, yatırılamayan sigorta primlerinden söz ediyorlar. Sanırım Aralık ve Ocak ayında çok ama çok önemli bir evreye girmiş olacağız.

İş hayatım sürecinde birkaç krizden ciddi zararla çıktım. Hiçbirinde umutsuzluğa kapılmadım. Aynı hızla çalışmaya devam ettim ama kapımıza dayanan kriz beni çok korkutuyor.

Türk sanayicisi, Türk iş adamları yetmişli yıllardan bu yana çok uzun süreler yüksek enflasyon ile savaşarak bu günlere geldiği için bence çoktan gerekli tedbirlerin hepsini aldı. % 80-100 enflasyon oranıyla ayakta kalmayı başaran insanlar bu günleri de atlatacaktır.

Osmanlı İmparatorluğunda bir başına bırakılan Anadolu insanı nasıl başının çaresine bakmayı başardıysa eminim yeniden başaracaktır.

Yorgun dönüyoruz evlerimize. Hiçbir iş yapmadan yorulmuşuz gibi. İşten çok gündem ve hayat yoruyor bizi. Yarın ne olacağını kestirememek yoruyor. Tadımız yok, neşemiz yok.

Yenilmiş dönüyoruz evlerimize. Kime, neden ve nasıl yenildiğimizi bile bilmiyoruz. Bu duygu içimizi kavuruyor. Çoğumuz kimseye söyleyemiyor içindekini. Konuşacak gücümüz yok.

Yalnızlık taşıyoruz ceplerimizde. Yorgun, yenilmiş ve yalnız. Dışarıda bırakamıyoruz yalnızlığı. Hep gelip her zamanki köşesine kuruluyor.

Melih Cevdet Anday’ın dizeleri belki en azından benim ruh halimi açıklar;

“Bir misafirliğe gitsem

bana temiz bir yatak yapsalar

her şeyi, adımı bile unutup

uyusam...”

            Sanki insanlar bekliyor. Güzel bir şeyler olsun istiyorlar. Güzel bir haber bekliyor sanki insanların çoğunluğu.

            Çaresizliğin kenarına bağdaş kurup bekliyoruz hepimiz. Elbet güzel haberler alacağız. Elbet içimiz dışımız sevinç olacak.

            Mutlaka olmalı. Mutlaka olacak.