Sanırım lise yıllarıydı. Edebiyat kitabında yer almıştı. Tekrar tekrar okuyordum. Büyük bir kentimizde yatılı okul öğrencisiydim ama, taşralı denilen Anadolu çocuğuydum. Yetiştiğim çevre fakirliğin de alt katmanlarındaydı. Ellerin, ayakların nasıl çatlak çatlak olduğunu bilirdim. . Onun için beni daha çok etkiliyordu. Zaten şairi Sivas Valisiyken, benim doğduğum toprakları gördüğünde yazmıştı:
"Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar;
Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar;
Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar;
Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.
Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:
Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın;
Derileri çatlak, bağrı kapkara,
Sağ elinin nasırında bir yara
Başında bir eski püskü peştamal
Koltuğunda bir yamalı boş çuval...
........................
-Ne o bacı?
- Ot yiyoruz, n'olacak!..
- -Tarlan yok mu?
- - Ne öküz var, ne toprak...
- Bugüne dek ırgat gibi didindim;
- Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim,
- Bundan sonra...
- - Kocan nerde?
- - Ben dulum;
- Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum.
- - Soyun, sopun?
- - Onlar dahi hep yoksul!
- Ah Efendi, bize karşı İstanbul
- Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi?
- Taşraların hayvanlık mı nasibi?..
- ........................"
Evet şiir böyle başlıyor ve sonu şöyle bitiyordu:
" Yazık, sana ağlamıyan şiire;
Yazık, sana titremiyen vicdana,
Yazık, sana uzanmayan ellere;
Yazık, seni kurtarmıyan insana!.."
Şiirde çevremi buluyordum. Mehmet Emin Yurdakul'a sevgim o yıllarda başlamıştı. Gün geldi bende de şiir filizleri yeşermeye başladı. Şair olabilmeme arzusu, düşleriyle toz pembe rüzgârların önünde sürüklenirken, Yine Mehmet Emin Yurdakul'un dizeleri duygularımın, isyanlarımın aynası oluyordu:
"Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir,
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir."
Zaman su gibi akıp gitti. Düşüncelerimiz biraz daha olgunlaştı. Olaylar, şartlar, Türklüğümüzü hatırlamak ve önde tutmak gereğine ve bilincine bize ulaştırdı. Yine Mehmet Emin Yurdakul'un dizeleri dilimden düşmez olmuştu.
"Ben bir Türk'üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim."
Sonradan öğrendim ki, Bu dizeler Yüce Önderimiz Atatürk'ü etkilemişti. Atatürk, 14 Eylül 1931'de yaptığı bir konuşmada Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemişti."...Şair Mehmet Emin Yurdaku/'un ilk kez Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken okuduğum 'Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur' dizeleriyle başlayan manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum..."
Zaman zaman hamasi duygularımız ön plana geçince, "Ey Türk vur, vatanın bakirlerine / Günahkar gömleği biçenleri vur." dizelerini hatırlardım:
Ey Türk vur, vatanın bakirlerine
Günahkar gömleği biçenleri vur
Kemikten taslarla şarap yerine
Şehitler kanını içenleri vur
Vur güzel aşıklar cenazesinden
Kırmızı meşaleler yakanları vur
Şehvetin raksına yetim sesinden
Besteler şarkılar yapanları vur
Vur o katlin kızıl sapanlarıyla
Dünyaya ölümler ekenleri vur
Vur zulmün o kanlı urganlarıyla
Bir kavmi iplere çekenleri vur
Vur aşkın ve hakkın zaferi için
Vur dünya bak senden bunu istiyor
Vur yerde bak tarih senin seyircin
Vur gökten bak Allah sana vur diyor
Vur çelik kolların kopana kadar
Olanca aşkınla şiddetinle vur
Son düşman son kızıl ölene kadar
Olanca aşkınla kuvvetinle vur
Bugün Mehmet Emin Yurdakul'u niçin yazmak istedim? Bunu yarınki yazımda anlatacağım. Bakalım bana hak verecek misiniz?