Bir ülkenin yağmalanması tarihinin değiştirilmesiyle başlar. Geçmişte var olmamış kurgular insanların beynine tohum gibi ekilir. O ekilen tohumlar istenildiği zaman ufacık bir parmak hareketiyle uyandırılır ve toplum zehirlenir.

Yağmanın başlaması için ülke insanlarının gerçeklerden, kişiliklerinden, tarihlerinden koparılması gerekir.

Yıllar önce küçük küçük ekilen tohumlar günümüze kadar ulaştı, büyüdü ve içimize, sosyal yapımıza yayılarak ‘’ Türkiye’de kurtuluş savaşı olmadı’’ noktasına getirildi. Artık bu zehirli tohumu bir ‘’inanç’’ haline getirmiş mankurtlar her yerde karşımıza çıkıyor. Boyun damarlarını şişirerek; bağıra bağıra beyinlerine parça parça ekilmiş yeni ‘’inançlarını’’ savunuyorlar daha doğrusu kusuyorlar.

Birçok insan bu türde bir aymazlığın sadece eğitim düzeyi düşük bireylerde var olduğu sanrısına kapılıyor;  oysa çoktan bu zehirli algı bu ülkenin en anlı şanlı üniversitelerinden mezun bireylerin de gerçeği oldu. Bu kirlenme artık hepimizi sarıp sarmalamakta. Artık ‘’yalan’’ başrolde; gerçek sahneden çekilmese de bir köşede bekliyor sessizce; bizlerse yalanla kurgulanan bir ‘’yeni tarihin’’ figüranları olmak üzereyiz.

Ortak değerler bizi bir arada tutar. Toplumların yapısıyla bireylerin yapısı benzerlikler taşır. Birey olarak bakacak olursak bizi var eden geçmişten bu güne yaşadığımız zaferler, yenilgiler, acılar ve mutluluklardır. Kişisel tarihinizden yaşamış olduğunuz bir parçayı çıkarırsanız artık siz olmazsınız. Toplumsal yapı da; ortak tarih ve o tarihin içinde gerçekleşen olayların o toplumun belleğinde bıraktığı izlerle kurulur. Belki de Türkiye’nin kuruluşu Çanakkale’de başlayıp ve Kurtuluş Savaşı ile tamamlandığı için en çok bu zaferlerimize saldırıyorlar.

Yakın tarihimizden örnek verecek olursak Azerbaycan’ın tarihi belki de Hocalı katliamıyla, Ermeni işgaliyle başladı. Bu işgal ve katliam Azerbaycan’ı ayakta tutan çelik direklerden biri oldu; sonrasında kazanılan savaş da Azerbaycan’ın temeline çelikten bir direk ekledi. Şimdi siz bu ülkenin tarihinden bu iki direği çekerseniz üzerine kurulmuş olan yapı sallanmaya başlar. Ne kadar çok direği toplumsal hafızada tartışılır hale getirseniz üzerindeki yapıyı o denli dengesizleştirir ve dışarıdan kontrol edilir hâle getirirsiniz.

Birkaç kendini bilmez bireyin; hastalıklı beyinlerinde yaratarak yaydığı, ektiği kuşku tohumları çoktandır bu ülkeyi ayakta tutan çelik direkleri kemiriyor. Muhtemeldir ki bu kötülüğü yapanlar bunu birilerinden elde ettikleri maddi çıkar için yaptılar. Ya da hastalıklı kişiliklerinde yaratılan öfkeyi kusmak için.

Birilerinden aldığı altınlar ve silahlarla bu ülkede isyan başlatan Seyit Rıza ve onun gibi kan dökenler yakalanıp mahkeme edilip asıldı ama şimdilerde onların heykelleri dikiliyor.

Yağma ve sömürü ülkenin tarihinin yağmalanmasıyla başlar. Bir ülkenin geçmişi tıpkı sahip olduğu diğer kaynaklar gibi o ülkenin zenginliğidir ve korunmalıdır. Bence bir ülkenin sahip olduğu en büyük zenginlik tarihidir; doğal kaynaklar, coğrafi konum, doğal güzellikler gibi kavramlar daha sonra gelir. Sahip olduklarımızı ancak tarihimizi, geçmişimizi bilerek koruyabiliriz. Yine geçmişimizi bilip özümsemeden elimizdeki hiçbir zenginliği değerlendiremeyiz ve başka birileri gelip mutlaka o zenginliği sömürür. Yanlış anlaşılmasın abartılmış, şişirilmiş bir tarihten değil; gerçekliği bütün çıplaklığıyla ortaya konulmuş bir bilinçten söz ediyorum.

Huzur içinde bir lokma ekmek yemek istiyorsak bu ancak kendi gerçeğimize sahip çıkmakla olur. Ülke ve halk; acısıyla, tatlısıyla, doğrusuyla, yanlışıyla başlangıçtan günümüze kadar geçmişini bilmeli ve sahip çıkmalıdır.

Sahte bir tarih çoktan bu ülke insanının aklına ekildi. Şu anda belki sayıları az ama yalanın sesi gerçeğin sesini çoğu zaman bastırıyor.