Ameliyathane’den naklen yayın

Hemşire geldi kanımı aldı, Bir başkası tansiyonumu ölçtü. Narkozitör hanım, KGB ajanı gibi sorguya çekti… Vakit geçmiyor bir türlü kalkıp koridorda, mahkûmlar gibi volta atıyorum. Sonra biraz oturuyorum yatağın üzerine… Hadi yine koridora… Bir refakatçi hanım, karıma şöyle demiş:

_Ameliyat olacak hasta bu mu? Öyle hareketli ki, fırt orada, fırt burada. Siz bunu yatakta zor tutarsınız… Orasını burasını kanatır bu adam…

_Sus kalmış bizim hatun, ne desin ki… Korkudan bizim herif kaçacak delik arıyor diyecek hali yok ya…

Saat 18.00 gibi bir asistan geldi yatağın ayakucuna…

_Ahmet Bey, ameliyatınız ameliyathanelerin çok yoğun olması nedeniyle ertelendi. Buyurun evinize gidin… Biz sizi telefonla arayıp ameliyat gününü haber vereceğiz… Demez mi?… Der bittabi … Ona göre ne ki…

Düşünebiliyor musunuz?… Kendinizi ruhsal, bedensel ve beyinsel olarak ameliyat için hazırlıyorsunuz. Refakatçiniz ile hastaneye yatıyorsunuz. Eşe, dosta, haber veriyorsunuz. Sonra size, devlet dairelerinde elektrik parası yatırmak isteyen vatandaşa yaptıkları gibi “bugün git” yarın gel diyorlar. …Ve bu sözlere iki kez daha muhatap oluyorsunuz…

Yani hastaneye ameliyat için çağrılıp, iki kez daha evinizse gönderiliyorsunuz…

Siz olsanız ne hissedersiniz?…

Sanırsınız ki, kendileri damda çalışan Nasrettin hoca, hastalar da kapıdaki dilenci…

“Yalancı çoban” hikâyesine döndü bizim ameliyat…

ŞEYTAN VE AKIL EŞEĞİ

Her seferinde telkin vermekteyim kendime…

_Sabret oğlum… Bunda da bir hayır vardır. Tevekkül ol, güler yüzle karşıla her şeyi… İyi şeyler, güzel şeyler düşün ki, işlerin hep güzel olsun…

Ama insanın içindeki şeytan, akıl eşeğini dürtüklemekte…

Bu kez üç kere yemin verdirerek tekrarlattım. “26 Temmuz sabahı gelin yatışınızı yapalım, 29 Temmuz’da ameliyatınız olacak” sözünü…

Yine kan tahlilleri, yine ultrason (Türkçesi yansılanım) yine tuşeler…

Akşamın dokuzundan sonra yemek içmek yasaklandı.

Gece zaten doğru dürüst uyku yok… Bir yandan heyecan… Bir yandan hastaların iniltileri… Öte yandan refakatçi hatunların dırdırları… Nerden de bulurlar bu kadar çok konuşacak şeyi… Oysa birkaç gün önce tanıştılar bu koğuşlarda…

Saat dokuz gibi sağ yanımda yatmakta olan hastayı hazırladılar ameliyat için… Hastabakıcı onu sedye ile götürürken diğer hastalar uğurladık onu:

_Ameliyatın kolay geçsin. Allah sana şifalar, doktorlara kuvvet versin…

Temenni ve duaları duyup duymadığını bilmiyorum… Boş gözlerle tavana bakıp duruyordu çünkü…

Sıranın bana gelmekte olduğunun farkındaydım. Heyecandan bir terliyor bir üşüyüp titriyordum

***

Kafamdan, korku ve endişeleri atmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Beyin hücrelerime söz geçiremiyordum. O, kendi bildiğini okuyor, durmadan korku senaryoları üretiyordu. Tansiyonumun 19’a çıkması sanırım bu yüzdendi…

Tamam, şimdi ameliyat ertelenecek veya bir sakinleştirici yaparlar diye geçirmekteydim içimden.

Ancak hemşire hanımın umurunda bile değildi. Yatağın üzerindeki ameliyat gömleğini göstererek:

_Üzerinizde ne varsa çıkarın bunu giyin. On dakika içinde ameliyathaneye indirileceksiniz.

Eşimle göz göze geliyoruz. Sözlerle değil gözlerimizle konuşuyoruz. Benim için endişelendiğini biliyorum. Belki ben daha fazla heyecanlı… Sevgiyle sarılıyor bana… Yanaklarımda dudaklarının sıcaklığını duyuyorum. Askere gönderirken oğluna yaptığı gibi saçlarımı okşuyor yattığım sedyede… Dualarla uğurluyor beni sonu bilinmez bir yolculuğa…

GELECEK YAZI: FABRİKA GİBİ AMELİYATHANE