Haberi okumuşsunuzdur…

Boğaziçi Üniversitesine rektör atanan Melih Bulu’ya karşı direnişe destek veren bazı öğrencilerin Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından verilen kredi ve bursları kesildi.

Öğrencilere verilen kredi kesme cezası, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün bir yazısına dayanılarak uygulandı…

Dünyanın hiçbir ülkesinde, hatta keyfi yönetimlerin zirve yaptığı kabile devletlerinde bile uyduruk da olsa bir mahkeme kararına veya yasaya dayanmadan böyle bir ceza verilmez.

Benzer ceza ve uygulamaların, daha önce idare mahkemeleri tarafından iptal edildiği kısmını hatırlatmaya gerek duymuyorum bile…

Bir yandan öğrencilere ödenen 200-300 liralık krediler kesilirken, diğer yandan çok hatırlı olan kişiler birkaç yerden maaş alabiliyor.

Birkaç zamana kadar 3-4 maaştan bahsedilirken, çok çok vazgeçilmez (!) birinin 11 ayrı yerden maaş aldığı, yine kendisi gibi çok hünerli (!) yardımcısının da 5 ayrı yerden maaş aldığı haber oldu.

Eskiden siyasette yer bulamayanların gönlünü hoş etmek için kamu iktisadi teşekkülleri olarak bilinen KİT’lerde yönetim kurulu üyeliği verilirdi. Birilerine kıyak olduğu için bu üyelikler arpalık olarak adlandırılırdı…

Şimdi işin boyutu arpalıktan geçti, hazineliğe kadar terfi etti…

Dört kişiden birinin işsiz olduğu, ülkedeki gelir adaletsizliğinin zirve yaptığı bir dönemde, bir kişinin 4-5 yerden maaş almasına toplumun büyük bir kısmının sessiz kalması hazin bir durumdur…

Daha da hazin tarafı, asgari ücretle bile iş bulamayan, ailesinden aldığı destekle veya kendisine verilen sadaka çeklerle geçimini temin etmeye çalışan bir kısım insanların, maaşları cebe cukka edenlerin bile anlatamadığı bu rezilliği cansiperane savunmaya yeltenmeleridir.

Keşke hiç olmasaydı ancak siyasiler hata yapabilir, yolsuzluk da yapabilir… Bürokrasidekiler, belediyedekiler üç kuruşluk çıkarlarını ön plana çıkarıp, kamu kaynaklarını cebe indirebilirler… Menfaatperest iş adamları, bakanları, müdürleri kafaya alıp, ballı ihaleleri kapabilir…

Hatta mahkemeler bile bu yolsuzlukları aklayabilir, hırsızlıkları suç saymayabilir, en azılı suçluları bile salabilir…

İnsanoğlunun olduğu yerde her türlü kanunsuzluk, yolsuzluk, anormallik olabilir…

Ancak toplum vicdanı hata yapmaz, yapmamalıdır.

Hata yapanlar, çalanlar, çırpanlar, birkaç yerden maaş alanlar, haksızlık, hukuksuzluk, zulüm yapanlar, mahkemelerde, siyasi arenalarda göstermelik olarak aklansalar bile en azından halkın vicdanında mahkûm olmalıdır.

Halkın vicdanı en yüksek mahkemedir; siyasetçiye de, bürokrata da, işadamına da en büyük dersin verileceği, okkalı tokadın atılacağı yerdir.

Vicdan ayarı bozulursa, hırsızlığı, yolsuzluğu, hukuksuzluğu, adaletsizliği, ahlaksızlığı, üç beş yerden ballı maaş alan kıyakçılığı savunmaya yeltenirse…

Toplum çökmüş demektir…

Vicdan ayarı düzelmeden iflah olamayız…

*****

Çok geç oğlum!

Annesi öldükten sonra, “Biz karı koca çalışıyoruz, seninle ilgilenemeyiz” bahanesiyle seksen yaşındaki hasta babasını huzurevine yatıran oğlu, çok seyrek de olsa onu ziyarete gidiyordu.

Yaşlı adam, oğlu dünyaya geldiğinde kırk yaşındaydı. Önceki çocukları yaşamamış, bu oğlunu da kurban keserek büyütmüştü. Tek evlatlarıydı, bir şey olacak diye içleri titremişti.

Oğlu o gün huzurevinden bir telefon aldı. Telefondaki ses “Baban çok hasta, her an ölebilir, seni görmek istiyor” diyordu.

Oğlu arabasına binip huzurevine gittiğinde babası zor nefes alıyordu. Babasının ölmek üzere olduğunu anlamıştı.

Babasının ellerini tutup “Baba senin için ne yapabilirim? Senin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu.

Babası feri sönmüş gözleriyle uzun uzun oğlunun gözlerinin içine bakıp; zor duyulur bir sesle, “Artık çok geç ama isteseydin çok şey yapabilirdin... Ama yapmadın” dedi ve devam etti:

“Çoğu akşam yemek yetişmediği için aç yattım. Klimayı açmadılar, sıcaktan fenalaştım. Buzdolabım yoktu, bir bardak soğuk su içemedim. Sıkıldığımda temiz havaya çıkaranım olmadı.

Altımı ıslattım diye tokat attılar. Ayda bir kere banyo yaptırdılar; kirden vücudumda yaralar oluştu. Bana bu yapılanları arkası kuvvetli olanlara yapamadılar, çünkü onların ilgilenenleri vardı ve ben ise kimsesizdim.

Biliyor musun? En çok da sevgisizlik acı verdi. Kimse saçımı taramadı, yüzümü okşamadı. Sen terk edilmişlik nedir bilir misin oğlum? Terk edilmişlik, ölmeden mezara konmaktır, bunu unutma olur mu. Artık her şey için çok geç, senin benim için yapacağın hiçbir şey kalmadı. Ben her şeye alıştım da sadece senin özlemine alışamadım.”

Bu sözleri söylerken gözlerinden iki damla yaş yuvarlanıp yanaklarında dondu.

Oğlu şoke olmuştu: “Bana bunları neden şimdi söylüyorsun, neden daha önce söylemedin?”

Babası, “Nasıl söylerdim ki; sen beni koskocaman evinde bir köşeye sığdıramamış, bana burayı layık görmüştün. Seni rahatsız etmek istemedim oğlum. Benim için artık çok geç de ben asıl senin için üzülüyorum. Çünkü sen yaşlandığında, çocukların seni buraya bırakırlarsa benim dayandıklarıma sen dayanamazsın. Unutma ki ne verirsen onu alırsın oğlum” dedi ve gözlerini kapattı.

Belli ki bu konuşma onun son kalan gücünü de tüketmişti. Bir saat sonra sıkı sıkı tuttuğu oğlunun eli ellerinden kayıp düştü.

*****             

TEBESSÜM

Maaş

Temel bir iş bulur. İş görüşmesine gider. Temel sorar:

- Efendim aylığım ne kadar? Ne kadar kazanacağım?

- Şimdilik 3 bin lira, 3 ay sonra 4 bin lira olur.

- O zaman ben 3 ay sonra tekrar gelirim.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Büyük şeyler, küçük şeylerin bir araya gelmesidir.

Van Gogh