Siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemeldir ki aynı gün öldürülen üç kadının ismi çoktan gündemden düşmüş olacak. Aylin Sözer, Selda Taş, Vesile Dönmez. Ateş düştüğü yeri yakarmış ya; bir ay sonra o ateşin yaktıkları dışında birçok insanın hafızasından silinip gidecekler. Sessizce, hiç yaşamamışçasına zamanın karanlığında kaybolacaklar.

Bu gün 31 Aralık. Şimdi sokaklar kalabalıklaşmıştır. Yılbaşı alışverişi hızla devam ediyordur. İnsanlar bir an önce işlerini bitirip evlerine kavuşma derdindedir. Evlerde yemekler hazırlanmış, işleri eksiksiz bitirmenin tatlı telaşı vardır. En çok çocuklar bekliyordur geceyi ama birçoğu saat on iki olmadan uykuya yenilecektir. Birazdan bir arada olan aileler mutlu bir yılbaşı yemeği için masaya oturacak. Neşe içinde, cıvıl cıvıl bir akşam başlayacak.

Yalnızca ateşin düştüğü üç evde bir daha hiçbir kutlama olmayacak. O evlerde zaman hep aynı gün, aynı tarih ve saatte kalacak. Öldürülen insanların bıraktığı boşluğu şimdilik içlerine düşen ateş doldursa da geriye yanmış, kararmış kocaman bir çukur kalacak. Ve durmadan sahibini içine; o karanlığa çekecek.

Duyarlı insanlarımız güçlerinin yettiği her mecrada yaşanan bu acılar tekrarlanmasın diye elinden geleni yapıyor. Şiddet engellensin diye kanunlardaki yaptırımların artırılmasını istiyorlar. Oysa bilinmelidir ki cezalar ne kadar artarsa artsın asla işlenecek suçları ne engelleyecek ne de azaltacak.

Ben birine vurursam ceza alırım yapmayayım diye düşünebilen insanlar; yani bu kadarcık bile düşünme yeteneği olan bireyler inanın zaten şiddetten uzak duruyor. İyi veya kötü hukuk sistemimizde gerçekleşecek her suç için ciddi bir yaptırım var. Uygulamada çokça eksikler olsa da cezasız ve yaptırımsız hiçbir suç yok. Buna rağmen suç işlenmeye devam ediyor. Uyuşturucu kaçırılıyor, cinayet işleniyor, hırsızlık yapılıyor. Cezanın olması suçu azaltmıyor.

Farkına varmamız gereken toplum içerisindeki kadın ve erkek çoğunluğun erkeğin eşini dövme hakkına sahip olduğunu düşünmesi. İçinde yaşadığımız sosyal çevrede erkeklerin çoğu şiddeti kadına karşı hakları olarak görüyorlar. Maalesef kadınların birçoğu da bu hastalıklı fikri kabul ediyor. Belki sizlere inanılmaz gelecek ama bu durum sadece evlilikle sınırlı değil. On altı bilemediniz on yedi yaşından sonra özellikle eğitim düzeyi ve ekonomik yapısı yetersiz yerlerde bu durum yaşanmaya başlıyor.

Şahit olduğum, dinlediğim, izlediğim onlarca olay var. On yedi yaşındaki erkek, on altı yaşındaki kız arkadaşına pastanenin ortasında tokat atıyor ve hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar hayatlarına. İkisiyle de konuştuğumda kızın sözleri beni şoke etmişti. O benim erkek arkadaşım vurabilir demişti on altı yaşındaki kız çocuğu.

Çevrelerindeki ilişkilerin de kendi ilişkileri gibi olduğunu anlatmışlardı uzun uzun ve örnekler vererek. Şu, şuna şöyle yaptı, öteki sokakta böyle vurdu diye anlatmışlardı gülerek.

Korkutucu olan bu aslında. Birilerinin birilerine karşı vurma, dövme, hakaret etme, taciz, aşağılama gibi haklarının var olduğunu sanmaları. Birilerinin kendini diğerlerinden üstün görmesi. Bu hastalıklı algının toplumun her kesimine yayılması. Daha açık konuşmak gerekirse birçok insana; eşin ya da sevgilin şöyle şöyle yaparsa ona vurabilirsin ama şöyle yaparsa öldürmelisin ‘’normali’’ öğretiliyor.

Asla kanunlarla,  cezalarla, zorlamayla aşılacak bir eşik değil yaşadıklarımız. Baştan yıkıp yeniden kurmak gerekiyor üzerimize çökmekte olan binayı. Toplumun bu hastalıklı ‘’normali’’ bir an önce ortadan kaldırılmalı. Bunun yolu da kitlesel bir karşı koyma ve katılımla sosyal yapımızdaki kangrenli kısmı kesip atmak. Bu gün başlasak, eğitim desek belki de kırk-elli yılda ancak çözüme ulaşırız.

İnsanoğlu da diğer canlılar gibi programlanabilen bir canlı. Hayvanlar acı ve ödül birleşimiyle programlanabilirken insan toplumsal normlarla aynı süzgeçten geçiriliyor.

İnsanı programlayıp diğer insanı öldürtüyorlar ve bu; ‘’normal’’ kabul edilip geriye kalanlara da programlama devam ediyor.