Ahilerin çarşılarını süsleyen güzel sözler birer şiir gibiydi: İşte bir çarşı kapısının üzerinde yazılanlar:
“ Sevgi göster herkese ha! / Selamdan kaçınma sakın. / İnsanları ayırma ha! / Hepsine adil ver hakkın.
Niyetin iyi olsun ha! / Her şeyin gerçeğini söyle. / Hayırlı'dan ayrılma ha! / İyi anlaş herkes ile.
Etrafına dostluk saç ha! / Eser kalır sen gidersin. / İyi belle unutma ha! / Önce hizmet sonra sensin.
Yukarıda verdiğim örneklerde olduğu gibi, Eskiden dükkânları süsleyen usta hattatlar elinden çıkmış, levhalar, ahilik kültürünün göstergeleri gibiydi. Her mesleğin özelliklerini anlatan levhalar olduğu gibi, bazı levhalar da her esnaf için geçerliydi: İşte bunlardan biri şöyleydi:
“Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.
Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.
Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.
Hiylesi hurdası yok, helalinden malımız.
Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yârimiz.
Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Geliniz bir Osmanlı çarşısında gezinelim: İşte ilk girdiğimiz yer bir aşçı dükkânı olsun: Bakınız tezgâhın üzerinde ne yazıyor:
“Her taamın lezzeti ta ki dimağdan çıkar,
Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet gözden çıkar.”
Aşçımızın yanında balıkçı var. Şöyle bir yazı okuyabilirsiniz:
“Ehl-i aşka müptelayım nemelazım kâr benim,
Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.”
Sırada bakkal var:
“Dükkân kapusu Hak kapusu, Hakkına yalvar,
Çeşmim gibidir çeşmeleri akmasa da damlar.”
Karşı sırada bir marangoz atölyesi var. Talaş tozu ile kaplanmış levhanın altındaki yazı güçlükle okunabiliyor. Sahibi cimri biri olsa gerek:
“Sefa geldin ey müsafir, ısmarla kahve içelim,
İşçi ile sohbet olmaz, bir merhaba der geçelim.”
Çoğu hamamda, çoğu handa aynı levhayı görmeniz mümkündü:
“Gelen gelsin saadetle,
Giden gitsin selametle.”
Dünün ahileri, bugünün esnaf, sanatkârı. Onlar birer meslek sahibiydi. Ahilik ruhu, ilkeleri günümüzde erozyona uğramış olsa da esnafımızın ve sanatkârımızın sosyal hayata katkı sağladığından kuşku yok. Her biri hünerleri, başarıları ve ahilik geleneğinden taşıyabildikleri unsurlar ölçüsünde değerli, güçlü ve kudretlilerdi. Onlar toplumumuzun temel direkleriydi.
Ali Akbaş şiirinde ne güzel söylüyor:
“Sıcak yatağında uyumak varken,
Açar dükkanını her sabah erken.
Demirci, kömürcü, marangoz, berber,
Eski bedestende semerci Ejder.
Dedim: Usta artık bırak şu işi!
Yüzü gölgelendi çatıldı kaşı.
Dedi: Ahiliktir bizim töremiz,
Kıyamete kadar yanar çıramız.
Pirimiz ne demiş semer üstüne,
Ne güzel yakışır himâr üstüne!
…….
Terkisine kızlar gelinler biner,
Aksu’ya kuğular sülünler iner.
Kırmızı bakırdan çeyiz dizerler,
Kalaylı tabakta kına ezerler.
Al önlüklü kısrak çalımlı kızlar,
Mor belikli, yüzü yalımlı kızlar.
Onun için hor görmeyin semeri,
Çağlar öncesinin insan hüneri.
Dünyada at nesli tükense bile,
Bu sanat geçecek hep elden ele.
Kolay bırakılmaz baba mesleği,
Müşterimdir nice insan taslağı.
Merkep terzisiyim diye kınama,
Her gün nice ünlü gelir yanıma.
Ateşten giyinir, kordan giyinir,
Milleti soyanlar burdan giyinir.
Bana diyorlar ki “çağ dışı adam”,
Kim ne derse desin, efendim ne gam!
Mektep çoğalmakla merkep azalmaz,
Dünyada bir kârı olan aç kalmaz.
Merkür’e, Merih’e başladı sefer,
Hâlâ semer yapar Maraşlı Ejder.”
Ahi kelimesi çok eski kaynaklarda “Akı” olarak geçmekteydi “Eli açık cömert” anlamı içermekteydi. Daha sonra Türkçe’deki (k > h) değişimiyle “ahı” şekline dönüşmüş ve nihayet “ahi” olmuştu.