26 Ağustos 1071’de Sultan Alparslan komutasındaki Türk ordusunun kazandığı Malazgirt Zaferiyle, Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı.

26 Ağustos 1922’de Atatürk'ün önderliğinde başlatılan ve 30 Ağustos 1922’de Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruz ile de Anadolu sonsuza dek Türk yurdu oldu.

Ne yazık ki, Anadolu’nun Türk yurdu olmasını, güçlü ve bağımsız bir Türk devleti bulunmasını hazmedemiyorlar…

Her şeyi sorumlu tuttukları dış güçlerden bahsetmiyorum…

Milli Kurtuluş Savaşında, manda ve himayeciliği savunanların kafasından gidenler, başka bir deyişle içimizdeki İngiliz, Fransız, Yunan hayranları…

Aslında daha fazla sözü hak ediyorlar da…

Her fırsatta Türk milleti aleyhine çalışıyor, her fırsatta milli kahramanlarımıza akıllarınca laf sokma derdindeler…

Çoğunlukla komik duruma düşüyorlar ama farkında değiller…

Geçtiğimiz günlerde biri kalkmış aklınca bizim işgalci olduğumuzu ima edecek kadar utanmaz sözler etti.

“Türkiye’de kayıtlı ve kayıtsız toplam 5.3 milyon Suriyeli var. Türk milletine soruyorum; 5.3 milyon Suriyeli için ne yapılmasını istiyorsunuz?” sorusuna aklınca şöyle cevap veriyor:

“Suriye’den gelenlere sordum. Diyorlar ki: İlk olarak bizden önce gelenler geldikleri yere gitseler, biz de yol yordam öğrensek, sonra biz gitsek.”

Bir diğeri de “Suriyeliler giderse ülke ekonomisi çöker” diyebiliyor.

Orman yangınlarında yardım isteyenlere, “ülkemizi aciz gösteriyorsunuz” diye soruşturma başlatanların, ülkemizi çapulcu üç beş Suriyeliye muhtaç görenler karşısında niye suskun kaldıkları ayrı bir konu…

Asıl üzücü tarafı, bu kafaların ülkemizde hâlâ itibar görmesi, destek bulmasıdır.

Savaşla, şehitlerimizin kanıyla yurt edindiğimiz Anadolu, savaşsız ayak oyunları ile istila edilmek isteniyor.

Suriyelilere, Afganlılara karşı çıkanlar, ülkemiz yol geçen hanına dönmesin diyenler ırkçılıkla suçlanıyor, başlarına çorap örülmek isteniyor.

İçinde bulunduğumuz korkunç durumu anlatmak için düşündürücü bir örnek vereyim.

Birkaç gün önce İstanbul’daki Aksaray metro istasyonunda bekliyorum.

Bir bayan birine bir şey sordu, sağlıklı cevap alamamış olacak ki, tedirgin gözlerle etrafına bakındı…

Çekinerek bana yaklaştı; “Türk müsünüz, bir şey soracağım” dedi.

“Türküm buyurun” deyince, yüzü güldü…

“Esenler’e ne taraftan gidebilirim?” diye sordu.

Sokaklar, işyerleri yabancıların işgali altında…

İstanbul’un göbeğinde bile adres sormak için Türk bulmak bu kadar zorsa varın gerisini siz düşünün…

*****

Albay Reşat Çiğiltepe

Türk edebiyatının ünlü isimlerinden Ziya Paşa’nın oğlu olan Albay Reşat, 1896 yılında Harp Okulunu bitiriyor.

Önce Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale cephesinde, sonra ise Muş ve Bitlis’in düşman işgalinden kurtuluşunda çok büyük başarılar gösteriyor.

1918’de İngilizlere esir düşen Reşat Bey, daha sonra esaretten kurtulur kurtulmaz Aralık 1919’da Milli Mücadeleye katılmak üzere İnebolu’dan Ankara’ya geçiyor.

Reşat Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni (sonradan 21. Tümen) Komutanlığına getiriliyor. Yarbay rütbesi ile İnönü ve Sakarya muharebelerine de iştirak ediyor. Reşat Beye, son olarak 57. Alay Komutanlığı görevi veriliyor.

Bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından, Büyük Taarruzun ikinci gününde, muharebenin ve Türk milletinin kaderini etkileyecek en kritik mevkide yer alan -Sincanlı Ovasından Dumlupınar’a kadar tüm yolların önündeki en stratejik engel olan- Çiğiltepe’yi düşmandan temizlemesi emrediliyor.

Ne var ki, bu tepenin önemini çok iyi bilen Yunan Başkomutanı Trikopis, en zinde kuvvetlerini, üstün ateş gücüyle bu tepeye yığıyor.

Gerisi resmi kayıtlarda şöyle geçiyor:

Saat 10:30.

27 Ağustos 1922 sabahı 57. Alay bu tepeyi kuşatmış, saat 10:30’da Mustafa Kemal telefonda komutana:

- Reşat Bey, bu önemli tepeyi ne zaman alacaksınız?

- Komutanım, yarım saat sonra alacağız.

- Başarılar diliyorum.

Saat 10:45.

Mustafa Kemal:

- Düşmanın halen direndiğini görüyorum. Gözümüz o tepede, çok önemli.

- Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış, direniyorlar. Ama alacağız komutanım, mutlaka alacağız.

Saat 11:00.

Mustafa Kemal:

- Reşat Beyi istiyorum.

- Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyorum komutanım: “Yarım saatte bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yerine getirememiş olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım.”

Mustafa Kemal’in gözlerinden yaşlar boşalıyor:

- Allah rahmet eylesin, Reşat Bey büyük bir vatanseverdir.

Saat 11:45.

Başkomutanın telefonu çalıyor:

- Çiğiltepe alınmıştır komutanım. Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovasına doğru kaçmaktadır, arz ederim.

Albay Reşat, milletini bir aile, vatanını bir ocak bilen bu yürekli kahraman, vatanının geleceği için yaptığı onlarca hizmeti bile yeterli görmeyip, 45 dakika geciken zafer için kendini cezalandırıyor.

İşte Milli Kurtuluş Savaşı böyle kazanılıyor...

*****                 

TEBESSÜM

Bomboş

Alimin biri yakışıklı ve iyi giyinen bir gençle tanıştığında, onun son derece ahmakça sözler söylediğini görmüş. Kendisine, genç hakkında ne düşündüğünü soranlara şu cevabı vermiş:

– Muhteşem bir ev. Fakat içinde kimse yok. Bomboş.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İtaat ettikleri zincirlerden aptalları serbest bırakmak zordur.

Voltaire