Tarihten ders alabilseydik

Pakistan, Cinnah ve İkbal’den satır başları açarken iki günlük yazımı ders ya da hisse almak arzuma ilişkin dolaylı da olsa sezdirmelerimle bitireceğim:

Abone Ol

Derler ki, “Herkes hata yapar önemli olan hatalarından ders çıkarmak ve bir daha aynı hatayı yapmamaktır.” Kendi hatalarımızla birlikte başkalarının hatasından da ders çıkarmak akıllı kimselerin niteliği olsa gerek. Onlar, Mevlana’nın dediği gibi geçmişte yaşamaz, geçmişten ders alırlar. “Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur,” diye yazmış Sadi Şirazi… Yine gerçek önderlere göre geçmiş, ders aldığımız, gelecek, dersi uyguladığınız yer olmuş.

Tarihten ders almayanların düştüğü durumları anlatan pek çok kıssa var. Mehmet Akif değil mi “ ‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyen?

Evirip çevirip, pekiştirircesine geçmişten ders almak gerektiğini niçin vurguluyorum? Lütfen zahmet buyurup okuyunuz:

İster sığınmacı ister işgalci adına ne dersiniz deyiniz, kızgınlık ve nefret duyguları ile baktığımız; haklı veya haksız hor gördüğümüz, kişiler arasında Pakistanlıların da olması beni daha çok üzüyor.

Gençlik yıllarımın bir bölümünde Pakistan ile ilgilendim. Eski Türk Edebiyatı kürsüsünde esas tez hocam olan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın isteğiyle Türk Pakistan Kültür Derneği’nin Yönetim Kurulu’nda bulundum.

Pakistan Türk ulusal egemenlik mücadelesini örnek alan, yükselen modern bir değer; dost ve kardeş ülkeydi. İki ülkenin ilişkileri gerçekten kardeşlik duyguları ile kenetliydi.

Daha ilerisi, Kurtuluş savaşımız sırasında fakir Pakistan ve Hindistan Müslümanları imkanlarının son damlasına kadar toplamış, Mustafa Kemal Atatürk’e göndermişlerdi. O paralar Garp cephesinin ihtiyaçlarında kullanılmış, Yunanlıları maşa olarak kullanan emperyalistleri diz çöktürmemize katkı sağlamış, aratan para ile de Atatürk İş Bankası’nı kurdurmuştu.

Pakistan İngiliz müstemlekesiydi. Dili Urduca, Hint Yarımadası'nın en eski yerli dili Prakirtçe'den doğmuş, İngilizce ile karışmıştı. Kıbrıs Türklerinin bir ayaklarının İngiltere’de olduğu gibi Pakistanlılar da öyleydi. İngiltere’de en iyi okullarda eğitim gören Pakistanlı aydınlar, Bağımsızlık mücadelesini başlatmışlardı. Onların Atatürk rolünü üstlenen liderleri Muhammed Ali Cinnah’dı. Uzun bir mücadelenin ardından 1947’de Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuşmasını sağlamıştı. O Pakistan ki, hızla gelişip nükleer denemeler yapacak düzeye gelmişti.

Mehmet Akif gibi Pakistan’ın milli şairi, Muhammed İkbal’di.

Şiirleri, konferansları, kitaplarıyla bağımsızlık mücadelesinde halkı yüreklendiriyordu. Hindistan'daki Müslüman gençleri harekete geçirerek İngiliz sömürüsüne baş kaldırmalarına ve Pakistan'ın kurulmasına büyük etkisi olmuştu.

Türk Pakistan Kültür Derneği ile ilgim olan yıllarda, Muhammed İkbal’i anlatırken iki anekdota duygulanırdım. Hatırlayabildiğim kadarıyla size anlatayım:

İkbal’de Türk ve Türkiye sevgisi büyüktü. İngiltere-Pakistan arasında gidip gelirken uçak Türkiye sınırına girdiğinde ayağa kalkarmış. Bir gün sebebine sormuşlar. Şu cevabı vermiş:

“Bu topraklar, Hazret-i Mevlânâ’nın kabrinin bulunduğu mübârek topraklardır ve bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir ki, yıllarca İslâm’ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer bu millet olmasaydı; İslâm, Arap Yarımadası’nda hapsolurdu. Bunun içindir ki, gönlümde Hazret-i Mevlânâ’ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygı ve ihtiram vardır. İşte bundan dolayı, yani onlara hürmeten ayağa kalktım.”