Ziya Paşa, 1855'te sarayda görev yaptığı yıllarda Fransızcayı öğrenmişti. Bu ona Fransız edebiyatını tanımanın yollarını açmıştı. Molière’in Tartuffe adlı eserini “Tartüf yahut Riyanın Encamı” adı ile çevirerek Türk edebiyatının ilk manzum tercüme piyesini ortaya koydu Louis Viardot’un “Endülüs Tarihi”, Cheruel ve Lavelle adlı yazarların “Engizisyon Tarihi” adlı eserlerini Fransızcadan Türkçeye çevirdi Bir yandan da şiirler, padişaha ve Reşid Paşa'ya kasideler yazmıştı. 1859'da yazdığı "Tercî-i Bend" şiiriyle tanınmıştı.
Ziya Paşa, aşağıda örnek olarak aktardığım hece ile yazılmış birkaç şarkısı da vardı.
Akşam olur, güneş gider şimdi buradan;
Garip garip kaval çalar çoban dereden.
Pek körpesin, esirgesin seni yaradan,
Gir sürüye kurt kapmasın, gel kuzucağım;
Sonra yardan ayrılırsın, ah yavrucağım!.
………..”
Ziya Paşa genel olarak divan şiiri geleneğine bağlı kaldı. Bu şiir anlayışının duyuş ve düşünüş özelliklerinden, mazmunlarından yararlandı.
Batılılaşma yanlısı düşüncelerini, siyasal inançlarını, dil ve edebiyat konusundaki görüşlerini düz yazılarında anlattı.
1868 'de Hürriyet'te yayımladığı ünlü "Şiir ve İnşa" makalesinde, Türk edebiyatının çağdaş bir düzeye erişmesini, gerçek Türk edebiyatı olan halk edebiyatının bu yenileşmede temel alınması gerektiğini savunmuştu. 1874'te çıkardığı Harâbat adlı antolojisinin önsözünde ise halk edebiyatını küçümsediği Divan edebiyatını övdüğü görüldü. Bu ikilem onun "alışkanlıklardan ve duygulardan doğma muhafazakâr yönü" olarak nitelendirildi.
Şiirlerinde, Tanzimat'la birlikte gelen halk, adalet, özgürlük, uygarlık gibi kavramları savunmuştu. Toplumdaki bozukluklar üzerinde durarak "yeni insan"ı var edebilecek yeni bir düzenin nasıl oluşması gerektiğini işledi.
Kendi duygu ve düşünce evrenini dile getirdiği şiirlerinde de felsefi yanı ağır bastı. "Tercî-i Bend"de hayatın gerçeklerini, inançlarını gizlerini konu ediyordu. "Terkib-i Bend"de de "kişinin küçüklüğünü, insan iradesinin ve gücünün reddi"ni tema olarak işlemişti. Zulüm, adaletsizlik ve haksızlıkları, dönemin toplumsal bozukluklarını eleştirmişti.
Ziya Paşa’nın Terkib-i Bent tarzında yazdığı beyitlerini okuyunca, “zaman geçmiş ama, galiba hiçbir şey değişmemiş” deyiveriyoruz. Günümüz için söylenmiş gibiler. Çok sık kullanılan bazı alıntıları parantez içine aldığım açıklamalarıyla sunmak istedim:
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan
(Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)
Âsûde olam dersen eğer gelme cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan
(Açıklaması: Eğer mutlu ve rahat olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ızdırap verici dertlerden- kurtulamaz.)
Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
(Açıklaması: Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar o kaçınılmaz son yolculuğa çıkarken zaten bunların hepsini geride bırakır.)
Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
(İslâm söylencelerine göre bir peygamber olan Hazret-i Süleyman gelmiş geçmiş insanların en zenginiydi. Bundan başka Allah’ın bir lûtfu olarak kurda, kuşa, ateşe ve suya hükmedecek güçleri vardı. Bu kudret ve ihtişamın timsali olarak gökyüzünde uçabilen bir tahta sahipti. Ama dünyanın geçiciliğine bakın ki o muazzam saltanatın bile yerinde şimdi yeller esiyor.)
Sevgili dostlarım, çok sevdiğim birkaç beyti daha eklesem, okuuyabilme tahammülünüzün çok üstüne çıkacağım. Onları da bir başka yazımda sunayım.