Ülkede Tanzimat ilân edilmişti. Batıya ilk gönderilen iki Türk öğrencisinden biri o olmuştu. Büyük Reşit Paşa ile Paris’te öğrenciyken tanışmış ve onun yardımını görmüştü.
Henüz on sekiz yaşındayken Paris’ten yoksul anasına yazdığı mektubunda şöyle diyordu: “Vatan ve milletim uğruna kendimi feda etmek isterim.”
Şinasi, dediğini tuttu. Henüz kırk beş yaşındayken, bundan 149 yıl önce dimağ yorgunluğunun yol açtığı beyin tümörü nedeniyle, 5 Ağustos 1826’da doğduğu İstanbul’da 13 Eylül 1871’de hayata gözlerini yumdu.
Şinasi, Fransa’da matematik, tarih, doğa ve toplumsal bilimlerle ilgilenmişti. Edebiyat ve dil konularındaki çalışmalarını sürdürdü. 1851'de Société Asiatique'e üye seçildi. 1854'te Paris dönüşünde bir süre Tophane Kalemi'nde çalıştı. Batılılaşma hareketinin öncülüğünü yaparak dil, edebiyat ve düşünce yaşamının gelişmesinde etkili oldu. Meclis-i Maarif üyeliğine atandı. Encümen-i Daniş'te “ilimler akademisi” görev yaptı.
1860'da Ağah Efendi ile birlikte Tercüman-ı Ahvâl gazetesini çıkardı. Devlet işlerini eleştiriyordu. Sultan Abdülaziz'e karşı girişilen eylemin içinde yer almıştı. Bu nedenle Eğitim ve Öğretim Kurultayına sakalını keserek geldiği bahane edilerek Meclis-i Maarif'teki görevine son verildi. Gazeteyi Namık Kemal'e bırakarak, 1865'te Fransa'ya gitti.
1869'da İstanbul'a dönünce bir basımevi açtı. Tek amacı, hazırladığı Türkçe Sözlüğü yayımlamaktı. Ancak bunu gerçekleştiremeden genç yaşta öldü
Şinasi, ülkenin uygarlaşması yolunda çok yönlü bir çaba içine girmişti. Gazete çıkarmış, makale, şiir ve oyun yazmış, sözlük çalışmaları yapmıştı. Dilin yalınlaştırılması ve edebiyatın halkın anlayabileceği bir dille yazılması çabasının ilk örneklerini ortaya koymuştu.
Aşağıya bir bölümünü aldığım şiir, gerek ses akışkanlığı ve dilinin sadeliği gerekse imge kültürü bakımından özgün bir dil ve anlatım barındırıyor:
“Gören saçın arasından yüzün parıltısını / Sanır ki kara bulutun içinden gün doğmuş / Yanında kan ile yaş içre kaldığım görüp el / Demez mi kim birisini su kızı suya boğmuş….”
Bu mısraların şairi Şinasi’ydi. Şinasi, yalın Türkçe ile de şiirler yazmıştı.
Dildeki yalınlaşma çabasını edebiyat ve tiyatro alanlarındaki yenileştirme çalışmalarıyla destekledi. Fransız şairlerinden çeviriler yaptı. Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatında akılcılığın ilk temsilcilerinden birisi oldu.
Gericiliğe ve yobazlığa karşı sarsılmaz bir inançla savaşmış, bu savaşı bırakması karşılığında önerilen yüksek dereceli memurlukları elinin tersiyle itmişti.
Şinasi’nin eserlerinden Şair Evlenmesi, edebiyatımızda ilk tiyatroydu. Tek perdelik bir komedya olan bu yapıtta yazar, görücü usulüyle evlenmeyi eleştirmişti. Bir töre komedyası özelliği taşıyan yapıt, görücü usulüyle evliliğin sakıncalarını anlatmaktaydı. Şinasi, Durub-u Emsal-i Osmaniye’de atasözlerini toplamıştı. Türk edebiyatında atasözleri üzerine ve folklor ile ilgili ilk çalışmaydı. Müntebahat-ı Eş’ar ise, şiirlerinden yaptığı seçmeleri içeriyordu. Çevirileri Tercüme-i Manzume’de, makaleleri Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr adlı kitaplarda yer aldı. Şinasi nükteleri ile de ünlüydü. İşte biri:
Kendisinin çok iyi bir şair olduğunu zanneden biri, Şinasi’nin yanına sık sık geliyor ve etrafına da hava atıyormuş. Bir gün Şinasi’ye:
- “Sormayın efendim başıma gelenleri. Şiirlerimi size takdim etmek için topladığım altın yaldızlı defterimi çalmışlar!” diyerek üzüntüsünü beyan etmiş.
Şinasi’nin cevabı espriliymiş:
- Vah vah çok acıdım. Zavallı hırsız ne talihsiz adammış.