"Hayal kurmak bedavaydı ben de hayal kurdum ve onun peşinden gittim" diyerek başladı sözlerine Ümmiye Koçak. Mersin Arslanköy'den New York'a uzanan başarı hikayesini anlatırken gözlerindeki inancı gördüm. 10 kardeşin altıncısı olarak dünyaya gelen ve yokluklar içerisinde kendini geliştiren Ümmiye Koçak, "Kadınlar yeter ki istesin, yeter ki hayal etsin" diyor. İlk okuduğu kitap Maksim Gorki'nin 'Ana' adlı romanı olan, 13 yaşında ilk öyküsünü yazan Ümmiye Koçak, başarısının sırrını azimli olmasına bağlıyor. Arslanköy Kadınlar Tiyatro Topluluğu'nu kuran, ilk uzun metrajlı filmi olan 'Yün Bebek' ile New York Avrasya Film Festivali'nde, 'En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı' ödülünü alan Ümmiye Koçak, Afife Jale ünvanını da sonuna dek hak ediyor. Oyuncu, yazar ve yönetmen olan Ümmiye Koçak, son olarak Cristiano Ronaldo'nun Türk Telekom için çekmiş olduğu reklam filminde yönetmen koltuğuna oturmuştu. Gelin, şimdi onu başarı hikayesini kendisinden dinleyelim.

Mersin Arslanköy'den New York'a uzanan bir başarı hikayeniz bulunuyor. Bizlere bu hikayenizi anlatır mısınız?

"Adana'nın Çelemli Köyü'nde 10 kardeşin altıncısı olarak dünyaya geldim. İlkokulu tesadüfen bitirdim. Bizim köyümüzde kız çocuklarını okula göndermezlerdi. Bir gün camiden bir anons yapıldı. Anonsta, her evden bir kız çocuğu okula gidecek, eğer gitmezlerse anne ya da baba hapise girecek deniliyordu. Bizden de önce kız kardeşim gitti. Sonradan o okulu bırakınca yerine ben devam ettim. Yani, ilkokulu tesadüfen bitirdim. O dönemlerde elime tesadüfen Maksim Gorki'nin 'Ana' isimli kitabı geçti. Kapağındaki kadını anneme benzettim ve kitap ilgimi çekti. Ben de aldım, okudum. Bu kitap aynı zamanda benim okuduğum ilk kitaptır. Kitapta geçen yabancı isimleri de sınıfımdaki arkadaşlarımın isimlerini vererek okudum. Sonraları da pek çok kitap okudum ve hayal kurdum. Ne de olsa hayal kurmak bedavaydı ve kimse karışmıyordu. Benim hikayem de işte böyle başladı.

Mersin Arslanköy'e gelin gittiğim zaman kendi köyüm ile karşılaştırma yaptım. Benim köyümde kadınlar dışarı çıkmıyorlardı. Ev işleri, hayvan bakımı ve çocuklar derken kadınların kendilerine ayıracak hiç zamanları kalmıyordu. Gelin geldiğim köyde ise bu durum, tam tersiydi. Arslanköy'de kadınlar hep dışarda çalışıyorlardı. Her işe koşturuyorlardı. Erkeklerin de çınarın altında akşama kadar oturmaları beni canımı sıkmaya başlamıştı. Ben de ne yapabilirim diye düşünürken, oğlum köye tiyatronun geldiğini ve öğretmenin velileri de çağırdığını söyleyince merak ettim ve koşa koşa gidip okula tiyatronun gelmesini bekledim.

Tiyatro kurarım, oynarlar diye düşündüm

Ben çok iyi bir dinleyici ve gözlemciyimdir. O tiyatro oyununu da çok dikkatli izledim. En çok merak ettiğim ise, oradaki tiyatrocuların gerçekten kendi isimlerini kullanıp kullanmadıklarıydı. Gidip sorunca rol ismi Veli olan çocuğun gerçek isminin Ali olduğunu öğrendim. Bu da ben de bir fikir oluşturdu. O gece sabaha kadar düşündüm. Komşularım bana yaşadıklarını anlatırken utanıyorlardı ben de onların yaşantılarını farklı isimlerle anlatmaya karar verdim. Bir de tiyatro kurarım onlar da gelir, oynarlar diye düşündüm. Hatası olan da kendisini düzeltsin istedim."

Sizin için bu süreç zor olmadı mı peki?

"Oldu, elbette. Ben köyde doğdum, köyde büyüdüm ve ömrüm boyunca da köylü olmaktan gurur duydum. Ben ne istediğimin çocukluk yıllarımdan beri farkındaydım. Çocuk yaşlarımda büyüklerimden dinlediğim hikayeleri hayal gücümle harmanlayarak üretmeye başladım.

Yakın çevrenizden ne gibi tepkiler aldınız?

"Bizim köyümüzde kadınlar kahve önünden dahi geçemez, ara sokaklardan geçmek zorunda kalırlardı. Bana da elbette tepkiler oldu. Yapma, evini taşlarlar eşin kahveye çıkamaz olur dediler. Ben de onlara sadece kadınlardan oluşan bir tiyatro kuracağımı söyledim. Eşim o gün ilk kez bana, sen feminist misin diye sordu. Ben de o nedir bilmem etmem, sadece kadınlardan bir tiyatro kuracağım ve bana bugün tepki gösterenler yarın beni takdir edecek dedim. Eşimi ikna süreci de zor oldu tabi. Ben de tüm izinleri kayınvalidemden aldım." (gülüşmeler)

Kadınları nasıl ikna ettiniz?

"Kadınların imece usulü ekmek yaptıkları bir gün yanlarına gittim ve onlara, 'Siz bu kadar iş yapıyorsunuz, elinize sağlık diyen oldu mu hiç' dedim. 'Hayır' dediler. 'Siz her gün bu işleri yaparken ben sizi yazayım siz de gelin oynayın, belki o zaman takdir edilip alkışlanırsınız' dedim. Onlar da , 'Gerçekten bizi takdir edip alkışlarlar mı?' diye sordular. Ben de, 'Alışık mıyız da zorumuza gidecek' dedim. Ve bu şekilde kadınları ikna ettim."

Köydeki hayatınız nasıl gidiyor?

"Köy hayatım güzel. Her gün çocuklarımla, eşimle, kaynanamla ilgileniyorum. Sebzemi de yetiştiriyorum. Keçilerim var onlarla da ilgileniyorum. Geceleri de oturup yazıyorum."

Kadınlarımıza buradan ne mesaj vermek istersiniz?

"Kadınlarımız öncelikle evlerinden dışarı çıksınlar. Televizyonlardaki uyduruk programları izlemesinler. Kendilerini geliştirsinler. Ben nasıl verimli olabilirim onu düşünsünler. Belediyelerin her branştan açmış olduğu kurslar var. Onlara katılsınlar. Çocukları bir şey sorduğu zaman, ben bilmiyorum demesinler. Öğrensinler. Ben 45 yaşında tiyatro kurdum. Kadınlar yeter ki istesin, her işi başarır."

Son olarak Ronaldo ile çekmiş olduğunuz reklam filminden de bahseder misiniz?

"Bana ilk reklam filmi teklifi geldiğinde Ronaldo ile çekeceğimi bilmiyordum. Türk Telekom için reklam filmi çekilecekti. Ben de kabul ettim. Sonra da Ronaldo ile tanıştım. Sette ana-oğul ilişkisi kurduk. Birbirimize sarıldığımız zaman, bana 'Mommy' dedi. Ne o beni ne de ben onu anladım. Gözlerimizle anlaştık. Sevginin dili, dini ve ırkı asla olmaz. Biz de Ronaldo ile çok samimi bir ilişki kurduk."