Şair Fatih : Avnî

Abone Ol


"...

Yanında kumandanlar ordusuyla birlikte,
Çağ kapamış, çağ açmış Başkumandan geliyor.

Sağında Akşemseddin, Ayasofya önüne
Fatih Sultan Mehmed Han, büyük insan geliyor..."

Fatih, Bizanslılara hoşgörülü yaklaştı.  Herkesin canından ve malından emin olacağını söyledi. Kente girişle, doğal olarak oluşan karışıklıkların giderilmesi, huzurun, dinginliğin sağlanması için uğraştı. Her tarafta güvenliği sağladıktan sonra, dördüncü gün görkemli bir alayla şehre girdi.

Ali Fuat Azgur'un mısralarındayız :

"Gökler eğilip dağlara "kimdir?" diye sordu,
Kimdir bu gelen, gözleri şimşekleniyordu...

Bir kır atın üstünde ufuklar gibi mağrur,
İstanbul'a kartalca bakan gözleri kordu...

Birdenbire enginlere şahlandı küheylân
Birdenbire gök kubbesi deryalara vurdu...

Yol vermek için Marmara deprendi yerinden,
Yol vermek için Fatih'e rüzgar bile durdu...

Tekbir sesi aksetmede heybetle semâda,
Bir yepyeni çağ açmada bir dev gibi ordu...

Kaç yüz senelik köhne Bizans can veriyordu,
Rabbim, bu ne kuvvet, bu ne kudret, bu ne zordu..."

İstanbul'un taşı toprağı bu ulu zaferin tanığıdır. Yahya Kemal, bu ulu rü'yayı gören Üsküdar'ı anlatır. "Hangi şehir görmüştür bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü?" diye sorar ve buradan karşıya bakarak bize o günlere götürür :

"..

Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyle "Büyük Top" denilen ejderha.

Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevkedilen yüz gemi geçmiş Haliç'e;

Son günün cengi olurken, şafakmış o şafak,
Üsküdar,  gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,

Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş, asırlarca, hayalinde bunu."

İstanbul'un fethinin üzerinden beş buçuk asır geçti. Aradan geçen bunca zamana rağmen değişmeyen bir gerçeği Mithat Cemal Kuntay dile getiriyor :

"...

Hala zafer hadisini söyler denizde su;
Korkunç ufukta dalgalanıp fethin ordusu.

Halâ, fezâda dağlar aşar beş ezan sesi;
Kayserlerin ezan dolu Konstantıniyyesi.

..."

Şimdi bir süre Fetih olayından ayrılıp, Fatih'in iç dünyasına bakalım:

Fatih Sultan Mehmet'in askerî dehâsını,  devlet adamlığını, çağlar kapayıp çağlar açan kudretini bir yana bırakalım. O,  fikir ve sanat dünyasının önemli kişilerinde biridir. Derler ki, "Türk milletinin çobanından padişahına kadar şairdir."  İşte o padişahlardan biri de Fatih Sultan Mehmet'tir. Şiirlerinde Avnî imzasını kullanan Fatih, her zaman ince alçak gönüllü, sıcak ve içtendir. Kuvvetli bir lirizmle bizi sarıp kendisine hayran eder.

"Aşıka dünya-ü can terkeylemek âsân olur
Lîk cânân terkini etmek gelübdür câna güç..

diyen Fatih'e göre candan vazgeçmek kolaydır ama, sevgiliyi terk etmek mümkün değildir.

"Benim sen Şâh-ı mehrûya kul olmak iledir fahrum
Gedayı dilber olmak yeğ cihânın pâdişasından," diyor.

"Sen ay yüzlüye, kul olmakla öğünüyorum. Sevgilinin kapısına fakir bir aşık olarak gönül bağlayıp kalmak, cihana padişah olmaktan daha iyidir." Bunu söyleyen Fatih Sultan Mehmet gibi bir padişah, ünü dünyayı  tutmuş, olağanüstü bir yaratılışta hükümdardır.

Fatih'in şiirlerinde; daha fetihten önce, Bizans surlarının  arkasında varlığını hayal ettiği, sonradan kaşına gözüne methiyeler yazdığı yabancı dinden, yabancı dilden dilberler vardır. Beyoğlu güzeli için bir gün kendi kendine; "Sen İstanbul şahısın, o da Kalata şahıdır!"  demişti. Onun gönlünü dolduran yine de Türk güzelleri olmuştur. Bir şiirinde "Gör ol Türk-i hatâi nûr kılmış câmı sahbayı" der ki, gönül ülkesini, Türk güzelinin nasıl yağmaladığını anlatır.