Rıza Beşer'in ardından 

Abone Ol

16 Temmuz 2011...  Köyde bir süre zeytin ağaçlarının dallarında oynaşan sincapları seyrettim. Köpeğin suyunu tazeledim. Islayıp tarlanın kenarına bıraktığım ekmek kırıntılarını kapışan serçelerin "cik cik"lerini dinledim. Gazeteye yazımı yazmak için makinamı açmıştım ki, "sanatalemi.net" den bir mesaj ulaştı:
"Rıza Beşer Vefat Etti."

Beklenen haberdi ama yine de yüreğimi sancı tuttu. "Kurşun Harflerin Efendisi"ni bir yana bıraktım. Rıza Beşer'le uzun yıllar ötesine giden anılar sarmalına kendimi kaptırdım. Hey gidi Rıza Hoca hey!

İki yıldır, yataktan çıkamıyordu. Beyin sağlam ama beden iflas etmişti. Onu böyle görmeye, konuşmaya dayanamıyordum. Ah keşke yalan söylemeyi becerebilseydim. Ona "İyileşeceksin," diyebilseydim. İhmal etmenin ezikliği içindeyim. 

On yıl önce "Biyografik kitabını yazmak istiyorum," dedim. Sevincini belli etmedi:

"Çıkarın ne olacak," diye sordu. 

"Rıza Beşer'e ilişkin bir kitap sahibi olmanın onurunu kazanacağım," dedim. Çalışmaya başladım. İşim rast geldi. Kaymak gibi bilgi ve belgelere ulaştım. Yayınevinden aldığım ilk nüshayı ulaştırdığımda şaşırmıştı. Kendisini anlatan böyle kapsamlı bir kitap çıkacağını ummuyordu. 

Gençler Rıza Beşer'i yeterince tanımıyorlar. O, 1922 yılında Malatya'nın Arapgir ilçesinin Alhasuşağı köyünde doğdu. 1945 yılında Necatibey Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra Türkiye'nin değişik şehirlerinde öğretmenlik yaptı. Geçen hafta Antakya'da gezerken onu anımsamıştım. Çalıştığı yerlerden birisi de İskenderun'du. Milli Eğitim Bakanlığı'nda yöneticilikte ve müfettişlikte bulundu. 17 Temmuz Pazar günü Ataköy 5.Kısım Camii'nde öğle namazı sonrası kılınan cenaze namazının ardından Güngören Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Rıza Beşer'in güzel sanatların her türüyle ilgilendi. Ama edebiyata ilgisi  diğerlerinden çoktu.  Yazı, hayatına düzyazı ile başladı.. İlk yazısı bir öyküydü, «Son Telgraf» gazetesinde yayımlamıştı.. O zaman aynı gazetede yazan Mahmut Yesarî, öyküsü daha çıkmadan yazı yazmaktan vazgeçmesini, edebiyatın karın doyurmadığını, bir defa matbaa mürekkebi ko­kusu alanların cüzama tutulmuş gibi ondan kurtu­lamayacağını söylemişti. İlk şiiri Nihat Sami Banarlı'nın etkisiyle, henüz on beş yaşındayken, «Yedigün» dergisinde çıktı.  1947 yılından itibaren hazırlanan antolojilerin hemen hemen bütününde yer alırken, şiirleri radyodan da okunmaya başlamıştı. ­1946 yılında yabancı dilde yayınlanan Çığır'ın Bern No­vember dergisinde şiirleri görülüyordu.

Yazdığı dergi ve gazeteler giderek çoğalıyordu:  Yedigün, Servet-i Fünun, Varlık, Büyük Doğu, Yürüyüş, Göldağı, İktisadi Uyanış, Çınaraltı (İstanbul), Kaynak, (Ankara), Güzel Yurt (İzmir), Dernek (Adapazarı), Köy ve Eğitim (Ankara), Kaynak (Balıkesir Halkevi), Palmiye, Utkumuz (İskenderun), Taşpınar (Afyon), İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe (İstanbul), Gökçeyazın (Konya), Dikmen (Ankara), Yurt (Ankara) Dergilerinde; Son Telgraf (İstanbul), Türk Dili (Balıkesir), Arapgir Postası, Balıkesir Postası, Akşam Haberleri (Adapazarı), Memleket (Ankara), gazetelerinde düzyazı ve şiirleri çıkıyordu. 

Ama bunların arasında da şiir öncülüğünü koruyordu. Şiirle nesir yani düzyazı arasında da Rıza Beşer imzasını bulmak mümkündü. Özellikle "Yolcuma Mektuplar" adlı kitabında toplanmış olan mensurelerinden  uzun süre söz edilmişti. 

Rıza Beşer'in şiir yelpazesi geniş açılıydı. Lirik, didaktik, epik ve pastoral konularda şiirler yazmıştı. Bir başka anlatımla, duygu yüklü insan, doğa ve yurt sevgisiyle örülü şiirlerden öğreti şiirlerine kadar, milli duygularla dolu kahramanlık şiirlerinden hicivlere kadar hemen her konuda şiir örnekleri bulmak mümkündü. Rıza Beşer teknik açıdan önceleri hece vezniyle ve ölçülü şiirler yazarken, daha sonra ölçüsüz serbest şiirler de yazmaya başlamıştı. Ancak, dizelerin ölçüsüz olmasına rağmen, bu şiirlerde de anlamla ahenk unsurlarının yerli yerinde olduğu görülmekteydi. .

Edebi akımlar içinde Rıza Beşer'in tam yerini tespit etmek güçtü. Ama onun bir dönem sembolizmden ve özellikle Ahmet Haşim'den etkilendiğini söyleyebilirim. 
"Renk renk yosun ve ışık, / Neş'eden bin kırışık, / Sularında belirir. / Hayalin suda erir; / Baktıkça uzun uzun / Aynasına havuzun." şiirinde olduğu gibi suda ışığın renkli yansımaları içinde eriyen hayal, bir Haşim edasıyla anlatılıyordu. 

Bir başka şiirde;

"Sevincim uçar  gider, sensiz olurum da lâl, .... Sabahsız geceler ki, koynunda saklar melâl..." derken sevgiliden ayrı kalmanın suskunluğunu melâl'in hüznüyle buluşturmuştu. 

Birçok şiirinde romantizmin etkisini görürken, Sakarya nehrinde boğularak ölen bir Kemahlı için yazdığı şiirde;

"... Hava bol, su boldu memleketinde, / Ekmek bulamadın sen, / Derdine derman bulamadın. / Rapor verdiler sonunda: / Havasızlıktan ölümün..." diyerek realizmin acı gerçekleri ile başımızı sert kayalara çarptığı da oluyordu. 

Rıza Beşer'in konuları itibariyle lirik, didaktik, epik ve pastoral tanımlarına giren şiirler arasında gezinti yapmanız mümkündü.   

 "..Seninle anlamlı bütün şarkılar, / Ve seninle güzel her uyanış. / Geceden örtmüş şehrin üstünü kar, / Şakaklarıma yağmış.
Sen bu karda çiçek açmış bahar dalısın, / Mutlu günleri benimle yaşanmış; / Benimle büyülü gençliğin, güzelliğin, / Daha solmamış. ..."

Yukarıdaki duygu dolu dizelerin şairi Rıza Beşer, önce kişisel duygularına, daha sonra da toplumun duygularına şiirini ayna yapmıştı. Duyguyu düşünceden, düşünceyi duygudan ayrı tutmuyordu. Onun için Rıza Beşer'in şiiri kuru, yavan şiirler değildi: 

"Seninle anlamlı bütün şarkılar,
Sofralar seninle çiçeksiz değil.
Her mevsim bahardır seninle gelen,
Öpersen açılır o sevdiğin gül."      

Rıza Beşer'de dizeler, duygu dünyasının karanlık pencerelerini aydınlatırken; şiiri müzikle kucaklaştırırdı. Şiir aşkın sesi olurdu. Sevgilinin gülüşünde ve sesinde "lirizm"i yakalardı. 

"Asmada buğulu üzüm salkımı,
Yağmurdan sonraki toprak kokusu,
Karlı dağlar, orman, çağıldayan su;
Ve seninle güzel öğle uykusu..."

Doğanın renkli tablolarını; rüzgârını, yağmurunu, bulutunu oluşturan her esintide, lirizm'in soluğu ve sesi vardır. Hem anlamlı duyguları,  hem sevgilerin coşkusunu Rıza Beşer'de görebiliriz. Ruhu şad olsun.