Ramazan, ibadet, iyilik ve yardımlaşmanın en güzel örneklerinin verildiği, buna karşılık sevapların da kat kat kazanıldığı bir ay.
Ramazan, manevi kirlerin, günahların yakılıp yok olduğu bir ay.
Ramazan, zekatıyla, fitrelerle, iftar sofralarıyla inanç dünyamızda; gelenek ve göreneklerimizde, manilerimizde, edebiyatımızda, musikimizde, mizahımızda kök salmış, giderek nostaljiye düşmekte olan bir ay.
Ve sözü uzatmadan Yahya Kemal’in dizelerini anımsıyoruz:
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bu gün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti,
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün
Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yarab nasıl ferahlı bu alem, nasıl temiz;
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bir iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime,
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
Evet, böyle duygular nostaljide kalsa da, sürsün diliyorum. İşin şakasına gelince; Bektaşi’ye sormuşlar:
“Ramazanla nasılsın?” Yanıtlamış:
“Pek iyiyiz erenler. Ne mübareği incitiyorum, ne da o fakire dokunuyor...”
Takvimlerin ve zaman sisteminin gelişmediği dönemlerde, yeni ayın görülmesi ile başlayan ve sona eren ramazanın ilk ve son günü coşkulu geçerdi. Ansızın ramazanın geldiği duyurulabilirdi. 18 inci yüzyıl şairlerinden Kamî’nin bir kasidesinde:
“Yevm-i şek deyu boğaz cengin ederken yâran,
Zahir oldu âlem-i nusrat-ı şehr-i Ramazan.”
dediği gibi, bir zevk gecesinde ramazan başlayabilirdi.
Şairler, kasideleriyle ramazanı kutlarlar, daha doğrusu, ramazan nedeniyle birisini övüp caize alırlardı. Öte yandan ramazandan bezginliğini söyleyenler de az değildi.
Fuzûlî:
“Ramazan oldu çekip şahaded-i mey perdeye rû’
Mey için cenk tutup ta’ziye açtı gıysû”
matlaiyle başlayan gazelinde neler neler demişti. Şairler içinde, “Evde bir şey yok, gelme oruç; yoksa seni yerim” diyenler bile olmuştu.
Ancak Yunus Emre gibi:
“Ben oruç-namaz için sücu ettim, esridim;
Tesbih-secde için dinlerim ceste kopuz”
diyenlerin sözlerini yanlış anlamayınız. Bunlar melâmet neş’esinden doğan sözlerdir. Gerçekten sücu, yani şarap içip, esridiğini yani şarhoş olduğunu söylemiyor Koca Yunus.
Bakınız gazeteci, yazar, şair ağabeyim rahmetli Tarık Binat ramazanı nasıl karşılıyor:
Onbir ayın bir sultanı,
Nurla bezenmiş her yanı,
Kula Tanrı armağanı,
Zaman kepçe, mekan kazan
Merhaba şehr-i ramazan!
Yılda ancak bir gelirsin,
Ufkumuzda yükselirsin,
Bize mutluluk verirsin;
Dört mevsimde bahar hazan,
Merhaba şehr-i ramazan!
Akan sular durulacak,
Mahyaların kurulacak,
Hayrın şerrin sorulacak,
Savum, salat, tekbir ezan
Merhaba şehr-i ramazan!
Nasrettin Hoca bir şehre varmış. Güneş dolunduktan sonra, halk ramazan ayını görmek için bir yüce tepeye toplanmış. Bu toplantı da nedir, diye Hoca da oraya varmış. O da bakmış hem yalnız halkın baktığı batıya değil; hem batıya, hem halka. Sonunda birini dürtmüş: “Yahu demiş ne gözlüyorsunuz?” “Hoca,” demiş adam: “Ayı gözlüyoruz; bakalım görebilecek miyiz?”
Hoca: “İlâhi!” demiş; “Bizim şehirde onun tepsi kadarı, gökyüzünde balkır-durur da gene kimsecikler dönüp bakmaz bile.”