O güzel insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler demirin tuncuna insanın piçine kaldık

Hayat beni şaşırtmaya devam ediyor. Sanki görmek, duymak ve anlamak için yaşıyorum. Gördüklerim, duyduklarım ve anladıklarım bana bazen acı verse de hayatı içime çekmeye devam ediyorum.

Sizlere kısa süre önce Vecdi Süzen’den dinlediğim bir çocukluk anısını anlatmak istiyorum. Vecdi’nin babasının süt hayvanları var ve süt satıyor. Sağılan sütleri Vecdi güğümlere aktarıyor ve sütün üzerinde köpük oluştuğunu görüyor. Ve köpüğü gidermek için yarım bardak kadar su döküyor üstüne.

Babası görüyor ve hemen müdahale ediyor. Neden yaptığını soruyor; köpüğü gitsin diye su döktüğünü söylüyor Vecdi. Babası diyor ki; ‘’artık o sütü satamayız, götür köpeklere dök onlar içsinler.’’

Götürüp köpeklere döküyor bir güğüm sütü. Yetmişli yıllarda Vecdi 9-10 yaşlarındayken yaşanıyor bu olay. Bana anlattığında çok etkilenmiştim ve ‘’helal’’ sözcüğü hiç bu kadar güzel ve anlamlı gelmemişti bana.

2022 yılındayız ve bizi bırakıp giden o güzel insanları, o görgüyü, o ruhu özlüyoruz. Özlemek kelimesi bence tam ifade etmiyor içimizdeki duyguyu. Özlemle istemek, o zamanlara, o insanların yanına dönmek isteğini ifade edecek bir sözcük bilmiyorum.

Yirmi kilo süte yanlışlıkla katılan elli gram suyu kabul etmeyen ve o sütü köpeklerin önüne döken o insanlardan artık neredeyse hiç kalmadı.

Doğru-yanlış, helal-haram nereden bakarsanız bakın, hangi felsefeyle değerlendirirseniz değerlendirin karşımıza çıkacak tek gerçek o irfanın çok yara aldığıdır.

Böyle güzel insanların yaşadığı bu kadim topraklarda bizler artık Avrupa insanının ne kadar ahlaklı olduğunu konuşup onların yaptıklarını örnekliyoruz. Bunu bizim insanımız ahlaki değerlerini kaybetti derken yapıyoruz. Oysa bu topraklar tüm insanları kapsayacak felsefeyi yüzlerce yıl önce yarattı. Bizler ne ara bu kadar kötü, bu kadar acımasız ve aç gözlü olduk bilmiyorum?

‘’O güzel insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler demirin tuncuna insanın piçine kaldık’’

Yaşar Kemal bu kısacık cümleyle hem yüzlerce yıllık çöküşü çok güzel özetliyor hem de içimize bir sızı bırakıyor.

Artık hepimiz büyük bir karmaşanın ortasındayız. Korkuyla bakıyoruz çevremize. Nereden ne gelecek, hangi olumsuzluklar bekliyor bizi, sanki iyi hiçbir şey olmayacakmış gibi korku ve tedirginlikten kurtulamıyoruz.

‘’Cinnet’’ bir yerlerde bizi bekliyor.

Bizler aniden karşımıza çıkan ve her geçen gün dozajını artıran kötülüğün, caniliğin, çirkefliğin insan tarafından gerçekleştirilmesine şaşırmaya devam ediyoruz. Çoktan vazgeçmeliydik bu naif ve iyimser yanımızdan. Günahın insan nedeniyle var olduğunu çoktan anlamalıydık.

Belirtmeliyim ki kıyamet biz sıradan insanların geçireceği cinnet ile kopacak. Bir gün metrobüste eşini döven ya da birilerine saldıran ‘’vahşi’’; oradaki sıradan vatandaşlar tarafından en ufak parçalarına ayrılacak.

Ruhunuzu karartmak, canınızı sıkmak istemiyorum. Bir güğüm süte yanlışlıkla katılan yarım bardak suyun bize anlattığı öykünün içinde o güzel insanları, o güzel günleri düşlemek istiyorum. Bu sıcacık anının, o günlerin ruhunun sizlerin de içini ısıtmasını istiyorum.

Keşke gitmeselerdi. Keşke dağlarda yanan o çoban ateşleri tek tek sönmeseydi.

Binlerce yılda bu topaklardan geçip giden insanlarımızın öykülerini yıldızlı bir gökyüzünün altında uzaklarda yanan son çoban ateşine bakarak hiç durmadan anlatsak bir faydası olur mu içimizdeki sızıya?