Lüks otobüslerle turist yolculuğu

Lüks otobüslerle seyahat bir başka güzel. Yolcular uçaktan iner inmez otobüslere dağılıyor. Her koltuk bir başka keyif verici. Otobüslerde ikramın sonu ve sınırı da yok. Öylesine bir keyif verici ki insan otele gelmeyi bile istemiyor.

Abone Ol

Yıl bindokuzyüzaltmışyedi. Aylardan Haziran. Günün erken bir saatinde Sultanahmet’te, Million Taşı’nın hemen yanıbaşında, göklerde martılar çöp kutularının dışına taşmış yiyecek atıklarına bağrış çığrış sorti yaparken, Yener’in Yeri ile Pudding Shop’ta yeni bir gün daha başlıyor. Yener’in Yeri’nde sabahçı hippi­ler günün ilk biralarını yudumlarken, Pudding Shop’un na­rin hippileri nescafe eşliğinde kahvaltılarını yapıyor. Pudding Shop’un önündeki alanda park etmiş iki otobüsün sürücüleri son yolcularının da pejmürde sırt çantalarını baga­ja yerleştirilmelerini, hiç de acele etmeden bekliyor.

Otobüslerden biri Magic Bus, Amsterdam’a gidiyor. Nepal’den üç-dört gün önce dönmüş bir grubu geri götürüyor, son durağı Amsterdam’ın Dam Meydanı. İkinci otobüs de Katmundu’ya yeni bir hippi kafilesini götürüyor. Yolcuları Asya’nın mistizmini gün gözüyle görecek olmanın heyecanı içindeler. Yol­culuğun sürücü yardımcısı Mahmut bey, onlarca defa gittiği bir Katmundu yolculuğuna daha çıkmanın verdiği ka­nıksamışlık içinde, elindeki karışık buruşuk listeden yolcuları kontrol etmeye çalışıyor. Yolcuların büyük bölümü henüz otobüslere binmemişler, bir ellerinde sigara diğerinde bira şişesi, aralarında yüksek sesle konuşuyorlar.

Dışarıda Sultanahmet Camii ve Ayasof­ya bütün heybetleriyle Meydan’da olay biteni sessizce izliyor. Ayaklarının hemen altında ise Doğu Roma’nın hipodromu… Sanki insanların anlayamacağı bir dil­den ‘”Kimler geldi kimler geçti bu meydandan?” diyor­lar; “Hipodrom’daki oyunlara, Nika Ayaklanması’na, İstanbul’u yakıp yıkan Latinlere, İstanbul’u fetheden Fatih ve ordusuna, yeniçeri ayaklanmalarına, Sultan Süleyman’a hep biz tanık olduk, bunlar da gider” dercesine aralarında dedikodu yapıyor. Gelenlerin kimler olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Yeniler ba­rışçı, yıkma ve yakma değil ve pasifizm taraftarları… Dünyayı tanımaya çıkmışlar, Sultanahmet’i bir durak­lama ve soluklanma merkezi bellemişler. Hani pek de beğenmişler. Kendilerine “hippi” diyorlar… Doğa ile uyumlu, barışçı, çevreci, basit yaşamı savunan ve mutlak retçi insanlar olarak tanımlıyorlar kendilerini. 1965’lerde ağabeyleri Beatniklerin felsefelerine bazı eklemeler yaparak yeni bir felsefe oluşturmuşlar; sa­vaşları, silahları, yasakları protesto ediyorlar; kurulu düzeninin dişlilerinde yok olmamak için direniyorlar, dünyada bazı şeyleri değiştirmek istiyorlar.

Önce ABD’de ortaya çıkan ve sonrasında başta Av­rupa olmak üzere dünyada yayılan hippiler kimler? Felsefeleri nedir? Nasıl ortaya çıktılar? Nasıl yaşadı­lar? Geride bıraktıkları etkiler nelerdir? Neden, nasıl ve ne zaman etkileri azaldı?...

Bu soruların yanıtlarını aramaya geçmeden önce “hippie” (hippi) sözcüğünün nasıl türediğine bir bakalım. Hippi sözcüğü, “hipster” ve “hippie”, “hip” kökünden türemiş bir terim olarak biliniyor ve asıl anlamı bilinmiyor. Öte yandan, hippi sözcüğünün ABD’de 1960’lı yılların ortalarından iti­baren otuz yaşın altındaki yetişkin erkek ve kadınları belirtmek için de kullanıldığı ileri sürülüyor. Malcom X’in 1964 yılında yayımlanan otobiyografisinde “hip­pie” sözcüğü, “zencilerden daha zenci beyaz adamı” betimlemek için kullanılır. “Hippie” sözcüğünün ilk olarak San Franciscolu gazeteci Michael Fallon tara­fından 1965 yılında “A New Heaven for Beatniks” baş­lıklı makalesinde kullanıldığı biliniyor.

Hippi felsefesi üzerine herkes bir şeyler söylüyor. Bu felsefeye inanmış insanların epeycesi farklı bir hippi felsefesi geliştirmiş. Zira hippi akımı ABD’de çıksa da, 1965’lerden sonra dünyanın önemli bir bölümünde etkili olmuş. Her kültürde farklı şekilde algılanıyor, betimleniyor. Her ne kadar hippilik akımı kapitalist ekonomilerin içinden çıkmış, burjuva aile çocuklarının bir ürünü olsa da Türkiye, İran, Hindis­tan ve Nepal gibi henüz tarım toplumu özelliği taşı­yan ülkelerde az da olsa taraftar bulabilmiş, bu akıma ev sahipliği yapılmış.

“A’dan Z’ye Hippiler” kitabının yazarı Skip Stone hippi felsefesini; “Gaia inancı, ye­şiller hareketi, Şamanizm ve vejetaryenlik toplamı ola­rak” görüyor ve ekliyor “Bu felsefi ve politik görüşler, doğaya saygıyı içerir ve gezegeni bütün olarak” tanım­lar. Öte yandan hippi yaşam tarzı, mutlak retçiliğin te­mellerini oluşturan ve dünya üzerindeki bitki, hayvan ve insanlara ait olduğu kabul edilen apolitik bir görüş olarak, kendine asla sınır koymayan, var olan tüm kuralları rededen ve komün yaşamını savunan özgür­lükçü bir hareket şeklinde tanımlanıyor. Bu yönüyle bakıldığında, bazı noktaları hariç olmak üzere hippi felsefesinin bazı boyutlarını Anadolu’da Yunus Emre’de, Mevlana’da ve Şeyh Bedrettin’de görmek olasıdır.

Hippi hareketinin temelleri üzerine çeşitli farklı görüşlere de rastlanıyor. Hippi hareketinin ilk örnek­lerinin Eski Yunan’da, hemşerimiz Sinoplu Diyojen ve Cynics’te görüldüğünü ileri sürenler olduğu gibi, hippilerin İsa, Buda, Assisili Aziz Francis, Henry Da­vid Thoreau ve Gandhi’den etkilendiklerine ilişkin görüşler de bulunuyor. Yukarıda sözü edildiği üzere bu akımın bazı yönleri Anadolulu birtakım bilge in­sanların görüşlerinde de görülüyor.

Avrupa kültürün­de ise hippi akımının kaynaklarının Alman filozofla­rına dayandığına ilişkin ve genel kabul gören epeyce görüş de var. 1896-1926 yılları arasında Almanya’da “Der Wandervogel” olarak bilinen akımın hippiliğin ilk örnekleri arasında yer aldığı; zira bu akımın ta­raftarı olan gençlerin sosyal, kültürel kulüplere karşı oldukları; amatör müzik, yaratıcı kıyafetler giymeleri ile kamp yaparak seyahat etmelerinin hippilikle pek çok yönden örtüştüğüne ilişkin görüşler de bulunu­yor. Nietzsche, Goethe, Hermann Hesse ve Eduard Baltzer gibi Alman düşünürlerden etkilenen bu akı­mın binlerce Alman gencinin ilgisini çektiği, doğaya dönüş ve spiritüel yaşamı temel alan yeni bir yaşam biçimi oluşturdukları biliniyor. Yirminci yüzyılın başlarında ABD’ye göç eden on binlerce Alman’ın bu akımı da beraberlerinde götürerek, inançlarını ve ya­şam tarzlarını ABD gençliğine tanıttıkları biliniyor.

Yazar Alev Alatlı, 1930’larda ABD’nin California ve Florida gibi sıcak eyaletlerinde, nerede sabah orada akşam yaşayan, meyve, kuru yemiş gibi ormanlarda bulduklarıyla beslenen, hippiler gibi giyinen azımsa­namayacak sayıda gencin bulunduğunu belirterek; bu gençlerin hepsinin de birinci kuşak Alman göç­menlerinin çocukları olduklarını belirtiyor. Alatlı, 1960’lı yıllardaki New York hippilerinin öncüleri olan ikinci kuşak Alman göçmenlerin, kendilerine “tabiat çocukları” (Nature Boys) dediklerini; daha o yıllarda yirminci yüzyıl medeniyetinin dışında yaşamak istedikleri­ni ve dahası, insanlığı “Lebensreform” dedikleri bir eyleme, yani bildik “yaşam biçimlerini” değiştirmeye, ıslah etmeye davet ettiklerini ileri sürüyor. Bu yıllar­da “Nature Boys” olarak tanınan bu akıma dahil olan gençlerin Kaliforniya Çölü’nde organik sebze ve mey­ve yetiştirip doğaya dönüş felsefesini yaymaya başla­dıklarına ilişkin bilgiler de bulunuyor.