Bunun tek tabanı, tek başınası, tek yönlüsü olmaz mı? Olur elbette. Ben yeteneksizim ama, kimi yazarlara, konuşur gibi yazıyor, derler.
Varsayın ki, akıllı telefonunuz yok. Eskilerde olduğu gibi mektuplaşıyorsunuz. Mektubu alan, gözünde hayalinizle yazdıklarınızı tek yönlü okumak zorundadır. Radyodan dinlemek, televizyondan izlemek gibi.
Bugün bencilliğim üzerinde. Ben yazacağım, siz dinleyecek ya da okuyacaksınız. Söz hakkınız olmayacak.
Genelleme yapmadan “şahsım” kelimesinden nefret edenleriniz olsa da şahsımı ortaya koyacağım:
“Peh peh peh!...” Üç hafta kadar önce, üç yılı aşkın süre emek verdiğim, “Türk’ü Seven Türkü Söyler Muzaffer Sarısözen” adlı kitabım, Türk Kültürü Hizmet Vakfı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Yamantürk Vakfı’nın iş birliği ile Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan kitaplar dizisi içinde yayınlandı.
Ama şu palavramın muhteşemliğine bakınız ki, üç haftada üç baskı yaptı. (!) Peynir ekmek gibi satıldı, karaborsaya düştü. Yeni baskılar için sipariş üzerine siparişler veriliyor. Kitapyurdunda üç haftada yedi bin kitabım satılmış dersem, üç sıfırını palavra tertibinden sıfırlayınız.
Partalı bırakıp sözü gerçeğin rotasına getireyim:
Gençlik hevesi içinde bulunduğum bir iki yıl dışında kitap fuarlarına katılmam. İmza günleri düzenlemem, kitap imzalamayı da sevmem. Niçin diye sorabilirsiniz.
Eğer bir dernek, vakıf yararına değilse, kitabımı satarken beni kimse görmemiştir. Kitap fuarlarında okuyucuların sabah erken saatlerde bulunduğum standın önünde kuyruk olmayacağını bilirim. Tezgâh arkasına oturup, kitabımı alan olsa, diye gelip geçenlerin gözlerine bakacak halim yok. Elime kitabımı alıp, çığırtkanlık yapma yeteneğinden mahrumum.
Okullara kitap pazarlama amacıyla gitmem. Öğrencilerin boğazından kısarak, arkadaşlarından aşağıya kalmamak için kitabımı almalarına içim elvermez. Bir zamanlar kendi kitabımı satın alarak öğrencilere ücretsiz dağıtıyordum. Maalesef şimdi o imkânım kalmadı.
Kitap imzalamayı niçin sevmem: İmzaladığım kitabın bir süre sonra sahaflarda satıldığına şahit olmuşumdur. Kitabınız sizin evladınız gibidir. Çok değerlidir. Ama başkaları için bir anlam ifade etmeyebilir. İmzalı kitabınız, bir eve girdiğinin ikinci günü kapıcının eline, ondan da eskicinin arabasına düşebilir. Çok saygılı, sevgili kişilere imzaladığım kitabımı eskicilerden utanarak satın aldığım olmuştur.
İlk baskıda her yayınevinin yazarlara ayırdığı bir kontenjan vardır. Bu giderek azala azala on kitaba kadar düştü. Aldığınız kitap eve gelene kadar bitiverir. Ondan sonra kendi kitabınızı satın alırsınız. Bilirim ki, hangi dostuma “bana bir duble içki al,” desem üstüne bir sini meze de ekleyip koşturur. Ama bir kitabınızın bedeli bir duble içkiden azdır. Bazıları bir paket sigara kadardır.
Bir sözün belini kırmak da, “kitabınızı nereden alacağız?” diye soranlar için olsun. Keşke bu soruyu soran kişilere hemen gönderebilsem. Şimdi kitapçı dükkanları kalmadı. Kalanlar da istisna dışında kırtasiyeci oldu. Kitaplar internet ortamında satılıyor. Özel internet kitap satış siteleri ve ünlü genel pazarlama sitelerinin hepsine sipariş verebilirsiniz. En ucuzunu bulmak için birkaç siteden kıyaslama yapmanızı tavsiye ederim.
Son lafımın belini şöyle kırayım:
Bir yazar dostunuza iki lahmacun ikram etmek yerine bir kitabını satın alın. Hem daha ucuzdur, hem daha ikrama geçer.