Gelişmiş demokrasilerde ve korku engelini aşmış toplumlarda, insanlar çok farklı fikirlerde olsalar bile bir araya gelip konuşabiliyor, tartışabiliyor, daha da önemlisi uzlaşabiliyor.

Bizde ise tartışma ve uzlaşma kültürü unutuldu.

Düşünün, 12 Eylül 1980’de askeri darbe oldu, tüm siyasi partiler kapatıldı, demokrasi rafa kaldırıldı... Henüz üç yıl dolmadan ağır aksak vetoyu aşabilen parti ve adaylarla ülke seçime götürüldü.

6 Kasım 1983 tarihinde yapılan seçim öncesi o zaman tek televizyon kanalı olan TRT’de, seçime katılacak tüm parti liderleri açık oturuma çıktı, fikirlerini anlattı, tartıştı.

Hatta meşhur “satarım” “sattırmam” tartışması o dönemde olmuştu.

TRT’deki açık oturumda ANAP Lideri Turgut Özal, Boğaziçi Köprüsünü satacağını söylüyordu. Halkçı Parti Lideri Necdet Calp ise “Sattırmam” diye masayı yumrukluyordu.

Askeri vesayet döneminde bile siyasiler, devletin tek kanalı olan televizyona çıkıyor, eşit şartlarda konuşuyor, medeni şekilde tartışıyorlardı.

En son 1994 yerel seçimleri öncesinde televizyon ekranında adaylar boy göstermişti.

Parti genel başkanları değil, sadece dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayları programa katılmıştı.

2019’da iptal edilip tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi öncesinde sadece Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım ekrana çıkmıştı. O bile büyük olay olmuş, günlerce konuşulmuştu.

Demokrasi gelişti, ileri demokrasi, bizi kıskanıyorlar diye bol bol nutuk atıyoruz ama farklı fikirdeki liderler bir araya gelmiyorlar, gelemiyorlar.

Liderleri geçtim, sıradan insanlar bile bir araya gelemiyor, konuşamıyor…

Aşırı bir kendini beğenmişlik, gereksiz bir gurur, rakibini, kendisi gibi düşünmeyeni küçümseme var.

Ben nasıl olur da onunla bir araya gelirim gibi demokrasiyi geçtim insanlıktan bile uzaklaşan bir anlayış var.

Siyasi rakibini veya kendisi gibi düşünmeyeni küçümsemekten de öte, korkuyla, sindirerek, tehdit ederek bir şeyler yaptırma düzeni hakim kılınmak isteniyor.

Başka bir deyişle her alanda korku imparatorluğu oluşturulmaya çalışılıyor.

“İlla benden olacaksın, bana destek vereceksin, benim dediğimi yapacaksın, yoksa sonuçlarına katlanırsın” korkusunu tüm topluma yaymaya çalışıyorlar.

Sadece siyasette değil, her alanda bunu yapıyorlar.

Son yıllarda hakkını arayıp dava açmak isteyen insanların büyük çoğunluğunun sorduğu ilk soru, “Dava açarsam başıma bir iş gelir mi?” oluyor.

Düşünün, devlet memuru bir haksızlığa uğruyor, hakkını alabilmek için mahkemede dava açmak istiyor. Büyük bir korku var; dava açarsam ya başıma daha da kötü şeyler gelirse…

“Olur mu hiç öyle şey, dava açtı diye insanın başına felaket gelir mi?” diyeceğiz ama…

Mahkemede hakkını aradığı için sürülen, unvanı alınan, başka işler yaptırılan, baskı ve tehditlere maruz kalan o kadar örnekle karşılaştık ki…

Rahatlıkla hakkınızı arayabilirsiniz demekten bile çekinir olduk…

Korku imparatorluğu içimize sindirilmiş…

Birileri korkudan ve korkutmaktan medet umuyor…

Sokak mafyasının çok farklı ve acı başka bir boyutuyla karşı karşıyayız…

*****

Hayatın anlamı

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna kafayı takmış. Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş, başkalarına sormaya karar vermiş. Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Mutlaka bir cevabı olmalı diye düşünüyormuş...

Dolaşıp herkese bunu sormaya karar vermiş...

Köy, kasaba, ülke dolaşmış...

Tam umudunu kaybetmişken bir köyde konuştuğu insanlar “Şu karşı dağlarda yaşlı bir bilge yaşar. İstersen ona git, belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler.

Çok zorlu bir yolculuk sonunda adam, bilgenin yaşadığı eve ulaşmış. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş.

Bilge:

- Sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor, demiş.

Adam kabul etmiş...

Bilge bir kaşık vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş.

- Şimdi çık ve bahçede bir tur at, tekrar buraya gel... Yalnız dikkat et, kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin, eğer bir damla eksilirse kaybedersin...

Adam gözü kaşıkta bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge, bakmış evet demiş kaşıkta yağ eksilmemiş. Bilge sormuş:

- Peki bahçe nasıldı?

Adam şaşkın...

- Ama ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…

Bilge:

- Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun, kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel.

Adam tekrar bahçeye çıkmış, gördüğü güzellikler büyülemiş, muhteşem bir bahçedeymiş çünkü...

Geri geldiğinde bilge adam yine sormuş:

- Bahçe nasıldı?

Adam gördüğü güzellikler karşısında büyülendiğini anlatmış...

Bilge gülümsemiş:

- Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış…

Bilge şöyle devam etmiş:

- Hayat senin bakışınla anlam kazanır: ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akıp gider, sen farkına varamazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın, akıp giden zamanın anlam kazanır. Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir.

*****             

TEBESSÜM

Zekâ

Küçük Temel derslerine çok iyi çalışıyordu, hep sınıfın birincisiydi. Babası buna çok seviniyordu. Baba, Temel’in getirdiği pekiyilerle dolu karneyi gözden geçirdikten sonra hafifçe öksürerek “Besbelli bu çocuk zekâsını benden almış” dedi.

Temel’in annesi hafif gülümseyerek cevap verir:

- Ona şüphe yok. Zira benim zekâm yerinde duruyor.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Öyle insanlar var ki, yüreği düşman kendi dost görünür; öyle yaklaşır ki dışı hoş, içi boştur.

Sadi Şirazi