Ameliyathane’den naklen yayın

Sağ elimin üstü delik deşik olmuştu ama narkozitör hanım aradığını bulamamıştı…

Oysa damarlarım Sular İdaresinin üstünü kapatmayı unuttuğu borular gibiydi. Beş metre uzaktan bile görülürdü mübarekler, damar sertliği nedeniyle…

Korkudan olacak herhalde… Kanım çekilmiş, dudaklarım büzülmüş, damarlarım yerin altından yol bulmuştu sanki…

Sağ elimi bırakıp sol tarafıma geçerken konuşmaya başladı yeniden:

-Gazeteci olduğunuzu biliyorum, bir arkadaşımın eşi de gazetecidir, hâlâ çalışmakta Hürriyet’te…

_Ben ayrılalı uzun yıllar oldu ama eskilerden ise belki tanırım…

_Tarık Devrim… Eşi de narkozitör, bizim şefimiz…

Sakin, sessiz, efendi, benden on beş yaş falan genç bir arkadaştı Tarık…

_Tanırım, sanırım şimdi insan kaynaklarında. Ama benim orada çalışan birini tanımam önemli değil. Orada çalışanların beni tanıması daha önemli. Şefinize iletin lütfen kocasına benden selam söylesin…

Allah’ın hikmeti, şeflerinin arkadaşımın eşi çıkmasının gayreti ile mi bilemem, şak diye soktu iğneyi damarıma… Çıkmasın diye, koli paketi hazırlar gibi bant üstüne bant sardı…

“Ölün ama kaleminizi satmayın” diyen üstadımızın sözünü yere düşürmedik çok şükür ama bizi o üstadın oğlu sattı, gazetesiyle birlikte…

Bu eller, narkozitör hanımın söylediği gibi kalem yerine vulva tutsaydı, hem çok sevaba girerdi…

Saniyelerden daha kısa süren düşüncelerimden cerrahın sesiyle sıyrıldım.

Gelecek yazı: yaşa ya da öl