Kış Bahçeleri

Abone Ol


"Ne güzeldi o kış bahçesinde / Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu  / Sana bir bahar hazırlamak için. /  Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi  / Hüzne ve hülyaya gömülmüş / Doğmamış çocuklara / Ninni söylüyorlardı sanki...  / Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava  / İyi mayalanmış hamur gibi / Gizli nabızlarla atıyordu toprak"

Romancılarımız kıştan çok  sonbaharı sevmişler,  kapsamlı anlatımlarla konu edinmişler. Sonbaharla kaçan fırsatları özdeşleştirmişler.  Kalplerin en derin köşesine gizlenmiş dile getirilemeyen umutları söndürmüşler. Yeşili sarıya, sarıyı kahverengine döndürmüşler, üzerine  hüznü bir fiyonk gibi bağlamışlar. Sonra kış gelmiş. Bir fırtına estirmişler gönüllere. Buhranlı gecelerde ruhları üşütmüşler. Toprak rengi beyaz olmuş ve bu renkte, veremlinin kanını damlatmışlar. Sonbaharda gösterilen sabır, çekilen acılar, kışta roman kahramanlarını ölüme ulaştırmış. Ressamlarımız kış tablosunu yaparken beyazın içinden sürekli siyah rengi çıkarmışlar.

Ama şairler öyle değiller. En bedbin şairin bile ufkunda bir aydınlık, bir  ümit, bir teselli vardır. Onun için şiir hayatın kendisidir.  Geliniz şimdi de Faruk Nafiz Çamlıbel'in Kış Bahçeleri'nde bir gezinelim:

"Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.

İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.

Şiirimizde kışa, servet-i fünun bakış açısıyla değil de, Anadolu insanımızın gözüyle bakınca,  karanlık tabloların silindiğini, ev hayatının, komşuluk ilişkilerinin, gelenekleri yaşama güzelliğinin, huzurunun, kış aylarında taçlandığını görüyoruz. Tarlasında, bahçesinde baharda yazda döktüğü terin karşılığını sonbaharda alan halkımız, kış günlerinde de emeklerinin sefasını sürmüşler. Uzun kış gecelerinde, komşularıyla, akrabalarıyla, meslektaşlarıyla, yaşıtlarıyla sıra gezmelerinde,  köy odalarında, saz, cümbüş, meydan, büryan, yaren muhabbetleriyle, tel helva, arabaşı ziyafetleriyle,  komşuluk ve ahbaplığın maddi sınırlarını aşan bir sevgi ve bağlılık töresi oluşturmuşlar. Yetişkin kızlar, delikanlılar ayrı yerlerde ferfene toplantıları yapmışlar. Bu toplantılar birer hayat okulu olmuş.

Her şey bir yana, bugünün kışları, hayvanlarının samanı, yemi az olan, yeygisi yiyeceği kıt olan, odunu, kömürü, ayağında ayakkabısı, sırtında paltosu, mantosu olmayanlar için erken gelen, geç giden bir mevsimdir.  Bir dönem soba bayiliği yapan günümüz şairlerinden  Cemal Safi için kış bir türlü gelmeyen, gelip de kalıcı olmayandır:

"Kenardan köşeden borç yiye yiye,
Servetim yük olmaz oldu kediye,
Soba bayi oldum güz geldi diye,
İlkbahar yaklaştı, kış gelmez oldu.  ..."

Başta da söylediğimiz gibi, kış anıların depreştiği mevsimdir. Güven Turan kış anılarına dalarken"... Ocağı yakıp küle / Bir patates gömüyorum;  / Çocukluğumu diriltmeye...." diyor. Hilmi Yavuz da çocukluk günlerinin kışlarını bir resim gibi hatırlıyor:

"Ürkek ayak sesiyle kış
Geyikler çizen sesimdir
Her kelime bir resimdir
Sanki bakmaya asılmış  ....."

Bir an için çocukluğumu diriltmeye çalışıyorum. Uzun kış gecelerinde ninemin tandır başı masalları ve bataryalı radyomuz geliyor aklıma. Heyhat!... Şimdi  sokaklardan gelecek "Bozaaa!" sesleri bile çok gerilerde kaldı.