Biliyorsunuz, Bitlis’te helikopter düştü; 1’i korgeneral 11 vatan evladı şehit oldu.

Yas bile ilan edilmemesi, çoğu televizyonun yayın akışını bile değiştirmemesi, kimilerinin eğlencesine devam etmesi, şehit ateşinin düştüğü anda bile muhalefetten bir şey koparabilir miyiz kaygısının sürmesini geçtim.

2017 yılında Şırnak’ta yine aynı Cougar tipi helikopter düşmüş, 1’i tümgeneral 13 askerimiz şehit olmuştu.

1993’te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’i taşıyan helikopter düşmüş, Eşref Bitlis ve 4 vatan evladını şehit vermiştik.

Yine Muhsin Yazıcıoğlu ile beraberindeki 6 kişi de 2009 yılında bir helikopter kazasının kurbanı olmuştu.

Bu kadar çok kaza oluyor, helikopter düşüyor, vatan evlatları şehit oluyor; nasıl bir araştırma yapıldı? Ne tür tedbir alındı? Bilgisi olan var mı?

Bazıları diyebilir ki, kazaya karşı ne tür tedbir alınabilir ki?

Kaza, mukadderat, kader diye her olayın üstünü kapatırsak, hiçbir tedbir almazsak yeni ve daha büyük kazalara davetiye çıkarmış oluruz.

Kaldı ki, hiçbir kaza da cezasız kalmıyor…

Trafikte gidiyorsunuz, bir arabaya çarptınız. Bir kişi yaralandı. Anında polis gelir, tutanak tutulur, yaralı olduğu için gözaltına alınırsınız. Allah göstermesin kazada ölen varsa, mahkemeye çıkarılır, tutuklanırsınız…

Kazadır, niye tutukluyorsunuz diyemezsiniz, kazadır diye de kimse gözünüzün yaşına bakmaz…

Olay araştırılır, kusurunuz varsa cezanızı çekersiniz…

Vaktiyle İstanbul’da servis şoförünün yaptığı bir kazada 7 kişi hayatını kaybetmişti. Servis şoförü de ağır yaralanmıştı. Daha hastaneden çıkamadan servis şoförü tutuklandı, tedavisi bile polis gözetiminde yapıldı, ayağa kalkınca cezaevine konuldu. Yargılandı 10 yıldan fazla hapis cezası verildi.

Trafik kazasında bile haklı olarak insanlar bedel öderken, 1’i korgeneral 11 vatan evladımız şehit oluyor; bunun bedeli yok mu? Sorumlusu yok mu?

1993’teki Eşref Bitlis kazasında veya 2017’de 1’i tümgeneral 13 vatan evladını şehit verdiğimiz helikopter kazasında kim bedel ödedi? Sorumluların bulunması için ne yapıldı?

Daha da önemlisi bu tür kazaların olmaması için ne tür tedbir alındı?

Türk milletinin bütün bunları bilmeye hakkı var…

Tabii bir araştırma yapılmışsa, sorumlular bulunmuşsa, birileri bedel ödemişse…

Kaza deyip geçiştirirsek, mukadderat dersek, üstünü kapatır olayı unutursak; korkarım ki Türk milleti olarak biz daha çok bedel ödeyeceğiz…

*****

İşin gerçeği; işte buyuz!

Amerika’dan gelen bir misafirime su verdim, boğazına kaçtı, öksürdü, “helal” dedim. Anlamadı. Ne anlama geliyor, diye yüzüme baktı. Anlatmaya çalıştım.

“Helal” kavramını daha iyi anlatabilmek için “haram” kavramını anlatmaya çalıştım.

Suyu sana helal ediyorum, için rahat olsun, dedim.

Helal etmesen ne olur, dedi. “Kul hakkıyla karşıma gelmeyin” anlayışından söz ettim.

Dikkatle dinledi.

Bu dediğin bir değer olarak yaşıyor mu, yoksa bir slogan gibi konuşulan, alışkanlık haline gelmiş bir söz mü, diye sordu.

Ne fark eder eder, diye sordum.

Gerçekten bir değer olarak yaşıyorsa; sizin ülkenizde rüşvet ve hak yeme olmaması gerekir, insanların birbirini kazıklamadığı bir toplum olmanız gerekir, diye düşünüyorum, dedi.

Yüzüne baktım. Göz göze bakıştık. Yalan söyleyemedim.

Biz dedim, yalan söyler, kazık atar ve hak yeriz.

Ama dürüstlüğü dilimizden hiç düşürmeyiz.

Güçsüzsen, arkan yoksa, sıradan bir vatandaşsan, bu ülkede hakkını araman çok zor, hakkını elde etmen daha da zor.

Örneğin, rüşvet vermeden bir inşaat ruhsatı alman mümkün değildir. Ve bunu herkes bilir.

Rüşvet alanların çoğu oruç tutar, rüşvet alan belediyeler ramazanda iftar sofraları kurar. Ve bu sofralarda hakkını helal etmekle ilgili konuşulur, Yüce Allah’ın “karşıma kul hakkıyla çıkmayın” dediği bir dinimiz olduğu söylenir.

Bunu rüşvet alanlar söyler.

Söylediğimiz yalana inanana enayi olarak bakarız ve onu kazıklamaya hak kazanırız.

Ama senin içtiğin suyu helal etmeyi de ihmal etmeyiz.

Peki, neden böyle, diye sordu.

Çünkü biz inanırmış gibi konuşmaya önem veririz, ama konuştuğumuz gibi yaşamaya önem vermeyiz, dedim.

“Mış Gibi Yaşamlar” adında bir kitabım olduğunu ve orada anlattığımı söyledim.

“Mış gibi” tanımını anlamakta zorlandı, ama sonunda anladı.

Neden mış gibi, diye sordu. Güldüm, “Len yetti gari çok sorma, suyumu haram ederim yoksa” dedim.

(Doğan Cüceloğlu- 29.08.2010)

*****

TEBESSÜM

Çadır

Bir baba ve eğitimli oğlu ormana kamp yapmaya gider. Çadırlarını kurup uykuya dalarlar.

Birkaç saat sonra baba oğlunu kaldırır ve sorar:

- Gökyüzüne bak, ne görüyorsun?

- Milyonlarca yıldız görüyorum.

- Peki bunlar sana ne ifade ediyor?

- Konuyu astrolojik olarak ele alırsak, evrende milyonlarca gezegen vardır. Bu gezegenler birleşip…

Baba tokadı yapıştırır:

- Salak oğlum çadırı çalmışlar!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydınlığı kadar olacaktır.

Cemil Meriç