Türkmenler, geleneklerine, göreneklerine bağlıdır. Göçebe yaşamlarını sürdürmek için, Selçuklu ve Osmanlılara karşı durmuş, uğraşmışlardır. Yerleşik toplum düzenine geçmek istememişlerdir. Ama, tarihsel, toplumsal gelişmeler nedeniyle, bu anlayış yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. XVI. yüzyıldan beriye toprağa bağlanmaya başlamışlardır. Tarım yaygınlaşmış, göçebeliğe göre daha ileri bir üretim ve yaşam biçimi olmuştur. Buna karşın, İstanbul yönetimiyle Türkmenler arasındaki uzlaşmazlık XVII. yüzyılda alevlenmiş ve 1860’lı yılların sonuna kadar sürmüştür.
1865 yılında Osmanlı Devleti bölgede güvenliği, yönetimin etkisini sağlamak için Türkmenleri iskâna zorlamak üzere Derviş ve Cevdet Paşaların komutasında Fırka-i İslâhiye (Yola Getirme Alayları) adıyla bilinen askerî gücü göndermiş, bir çok kanlı çarpışma sonucu, iki yüz elli yıllık bir süreçte, Toroslar’daki Türkmenlerin göçebelikten yerleşik yaşama geçişleri mümkün olabilmiştir.
Bu kadar uzun sürmesinin nedeni, Türkmenlerin sert karakterli, bağımsız yaratılışlı bir topluluk olmasıdır. Kozanoğulları, Gâvurdağı Ulaşlıları, Farsaklar, Yağbasanlılar, Bozdoğanlar, Menemencioğulları, Tecirliler, Ceritler, Afşarlar, Sarıkeçililer, Bahşişliler, Bolacalılar ve öteki boylar, geniş ve dağlık bir bölgede obalar hâlinde oradan oraya konup göçen yaşam içindeydiler; kışları bir bölgede, yazlarıysa başka bir bölgede geçiriyorlardı.
Karacoğlan, büyük bir olasılıkla Tarsus, Kozan Dağı, Düldül Dağı, Bahçe gibi yerlerde yaşayan Farsak (Varsak) aşiretindendi. Bu aşiret dağlık yerlerde oturmayı sever, sert, hırçın, isyancı bir aşirettir. Bu özelliklerin oluşturduğu ve “isyan, hırçınlık, üstünlük, kan dökme, yiğitlik” duyguların işlendiği “varsağı”lar, bu aşiretin özünde vardır ki, en güzel varsağı söyleyenlerden biri Karacaoğlan olmuştur.
Her ne kadar Karacaoğlan başlı başına bir başkaldırı ozanı değildir. Ama, içinde yaşadığı ortamın ve toplumun sorunları karşısında bütünüyle ilgisiz kaldığı söylenemez. Yaşadığı dönem, Osmanlı toprak ve toplum düzeninin bozulmaya başladığı; gücüne göre herkesin bir yerleri kapıp mülk edinmenin yollarını aradığı; halkın ve köylülerin ekonomik güçsüzlükler içinde kıvrandığı bir dönemdir. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, Osmanlı toplum düzeni, halktan yana özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Bu durum en çok göçebeleri baskı altına almakta; sık sık yer değiştirme, sürgün olayları yaşanmaktadır. Osmanlı Toplumunun artmakta olan toplumsal çözülüşünün izleri Karacaoğlan’ın şiirlerinde vardır.
“Ustalar yapıyı tersinden yapar
Esnaflar işine hileler katar,
Zamane kadısı altına tapar
Şimdiki beylerin sazı çalınmaz”
demekte ve “Az rüşvet versen de o da alınmaz” diye eklemektedir. Bu çökmeye başlayan toplumsal düzenin habercisidir.
Karacaoğlan, kimi şiirlerinde düzenden yakınırken, kimi şiirlerinde Tanrı’nın adâletine sığınmayı yeğlemektedir:
Bu dünyada adam oğluyum dersin
Helâli haramı durmayıp yersin
Yeme el malını er geç verirsin
İğneden ipliğe sorulur bir gün
Başka bir şiirinde zenginleri eleştirerek, “Rağbet kalmadı hiç yoksula bayda” demiş, “Kardaştan kardaşa fayda yoğ imiş” diye yakınmıştır. Karacaoğlan, toplumsal olaylara karşı eleştirilerine, yakınmalarına karşın, iyimser bir kişidir; kötülüklerin, kara günlerin geçici olduğuna inanır:
Nâçar Karacoğlan nâçar
Pençe vurup göğsün açar
Kara gündür gelir geçer
Gamlanma gönül gamlanma
dizeleri bunun örneğidir.