Her insan kalbinin ekmeğini yer. En çok buna inanıyorum bu günlerde; ekmeğin kalple kazanıldığına. İnsanların sadece kalbin ekmeğiyle doyabildiğine bir de.

Belki de bu söylediklerim pek inandırıcı gelmemiştir sizlere. Belki de içinizden hadi canım kalbin ekmeği mi olurmuş diyorsunuzdur. Ve ben bir cümle daha ekliyorum söylediklerime; ‘’ insan yalnızca kalbiyle kazandıklarına sahip olabilir.’’

İnsanın kalbinde olanın mutlaka karşısına çıktığını biliyorum. Yaptıklarınız asla içinde yaşadığımız sonsuzlukta kaybolmuyor. İyi ya da kötü olan ne varsa mutlaka bir daha çıkıyor karşınıza yaşamınızda. Onlarca yıl geçse de mutlaka karşılaşıyorsunuz bir yerlerde kendinizle. Yaptığınız bir iyilik ummadığınız bir anda karşınıza çıkıyor. Bazen farkında oluyoruz bunun bazen olmuyoruz. Kötülük için de aynı durum geçerli.

İçinde kötülük olmayanlar bir lokma ekmekle doyup, huzur içinde yaşamını sürdürürken; içinde kötülük olan dünyaları da yese açlığı asla geçmiyor, doymuyor. Kötü olanın ne ruhu ne de karnı doyuyor. Huzur da bulamıyor. Hırsıyla, uğraşlarıyla, taşıdığı kinle öyle dolu oluyor ki bazılarının içleri ne huzura yer kalıyor ne de dinginliğe.

Ekmek sözcüğüyle huzur sözcüğünü birbirine benzetiyorum. Oysa ne sesi benziyor ne de yazılışı ama nedense işte ekmek sözcüğü huzurla birlikte geliyor aklıma. Dervişlerin bir lokma ve bir hırkanın dışında beklentisinin olmaması gibi. İsteyene verilmez diyor bizim tasavvufumuz. İsterseniz, hırsınızın peşinden koşarsanız bir adım yol alamazsınız.

Kalbiniz temiz değilse, siz her şey yolunda zannetseniz de aslında kazanırken bile kaybediyorsunuz. Birilerinin kötülüğünü istemek içinize yerleşmişse ne yapsanız nafile.

İyiyi ve kötüyü karşılaştırarak devam etmek istemiyorum bu yazıya. Sadece iyi olmaktan, temiz olmaktan söz etmek istiyorum sizlere. En çok insandan insana geçen huzur duygusundan. Tanıdığım o güzel insanlardan söz etmek istiyorum sizlere. İçten davranan, art niyeti olmayan, yüzündeki gülümsemeyi sizin yüzünüze geçiren insanlardan.

Onlar sıra kapmaya çalışmıyor. Otobüslere, metroya bir an önce binmek için sizi ezmiyor. Biraz geride bekleyip herkes bindikten sonra biniyor. Sattığı ürünü tartarken elli ya da yüz gram fazlasına aldırmıyor bu insanlar. Yapmacık davranmıyorlar. Kimsenin arkasından konuşmuyorlar; konuşulmasına da izin vermiyorlar. Mutlular. Huzurlular. Çünkü yarışmıyorlar. Yarışamadıklarından değil, bunu gerekli görmediklerinden yapmıyorlar. Hırsları yok, kinleri yok, sadece işlerini yapıyorlar kimseye aldırmadan. Hızlı koşmak, yükseğe zıplamak, en ağırı kaldırmak, en büyüğüne sahip olma hisleri yok. Bu saydıklarımı hayatlarından çıkaranlar sonsuz bir özgürlükle, ve hepsinden önemlisi,  huzur duygusuyla karşılaşıyorlar.

Bu insanların ortak özelliklerinden biri de çalışkan olmaları. İşleri neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Asla bir köşeye çekilip miskinlik yapmıyorlar. Elleri ve yürekleriyle kazanıyorlar.

Tabii bunun tersi bir hayatı seçenler de var. Sürekli yarışma halindeler. Hırsları, öfkeleri, içlerinde büyüttükleri nefretleriyle aramızda dolaşan uzaktan ve yakından yaşam enerjimizi, huzurumuzu zedelemeye çalışan insanlar. İçlerindeki ezilmişlik duygusunu, örselenmiş kişiliklerini ancak ve ancak yarışarak, en büyüğüne sahip olmaya çalışarak örtmeye çalışırlar.

Dürüst davranabiliyorsanız kendinize ve çevrenizdeki insanlara, sizler farkında olmadan bütün işleriniz yavaş yavaş olumlu yönde ilerlemeye başlayacaktır.

Herkes sahip olduğunun tekrarı, aynasıdır.