İstanbul'daki Afganlar uzun zamandan beri Boğaz'ın kadim  semtlerinden Küçüksu'da yaşıyorlar.  Küçüksu'da yaşayan Afganlılar burada öyle bir dünya kurmuşlar ki; marketleri, fırınları, kebapçıları bile Afganlıdır. Küçüksu sokaklarında yol aldıkça Afganlar daha sık karşıma çıkıyor. Ellerinde akıllı telefonlarıyla oynayan ya da sokakların başlarında ayak üstü sohbet eden Afgan erkekleri.  Kimi dükkânların vitrinleri ve evlerin pencereleri gazete kâğıtlarıyla kaplanmış. Bu evlere Afganlar sürekli giriş çıkış yapıyorlar. Sokağın başında bir lokanta, tabelası yok. 

KÜÇÜK BİR AFGAN LOKANTASI

Küçük bir esnaf lokantası İçeride 5-6 masa. Masalardan birinin üstüne yerleştirilmiş elektrikli semaver sürekli kaynıyor. Dükkânda tüm masalar dolu, ayakta bekliyorum. Bir masada bana yer açılıyor ve oraya ilişiyorum. Biraz sonra yanıma, ocakta etleri pişiren Adem Muhammed Kasimi geliyor. Yarım Türkçesiyle konuşmaya başlıyoruz.

"Abi, iki ay oldu Türkiye'ye geleli, 40 gündür burada çalışıyorum. Daha önce Türkiye'de her işi yaptım, ne iş verdilerse yaptım,'' diyor. 

Afganistan'da ne iş yaptığını soruyorum. Kâbil'de yine lokanta işi yapıyormuş. 

Adem Muhammed Kasimi ile sohbetimiz sürerken yeşil çayın biri geliyor biri gidiyor. Dikkatimi çeken  yeşil çayın lokantadaki Afganlar tarafından çokça tüketilmesi; müşteriler yemeklerini yedikten sonra önlerine bir yeşil çay getiriliyor. Neden yeşil çay diye soruyorum.

"Afgan sofralarının bir geleneğidir,'' diyor Âdem Muhammed Kasimi. 

Lokanta hakkında bilgi veriyor, "4 kişi çalışıyor dükkânda, bir kişi fırında Afgan ekmeği yapıyor, bir kişi hamurları yoğuruyor, bir kişi etleri hazırlıyor ben de pişiriyorum."

Biz  konuşmaya devam ederken lokantaya müşterilerin biri giriyor biri çıkıyor. Anlaşılan burası sıkça uğranılan bir mekân. Gelenler neredeyse birbirlerini tanıyorlar. 

Müşteriler bir yandan yemeklerini yerken diğer yandan dikkatlice bizi dinliyorlar. Ben de bir yandan sohbet edip diğer yandan lokantaya gelen müşterileri tek tek süzüyorum.  Afganlı Aziz'i gözüme kestiriyorum.  Aziz, Türkiye'ye okumaya gelmiş, İstanbul Kartal'da Ziraat Mühendisliği okuduğunu söylüyor. Yemek yemeye sürekli bu lokantaya gelirmiş.

ÖZBEK PİLAVI DA VAR

Kasimi ile lokantanın mutfağına doğru ilerliyorum.  Et ve baharat kokusu daha da yoğunlaşmaya başlıyor şimdi. 

"Bu lokantada hangi yemekleri pişiriyorsunuz?" diyorum. "Kebap çeşitlerimiz var, çöp şişte köfte et, ciğer yanında Özbek pilavı" diye cevaplıyor. İçerden yoğun bir ekmek kokusu geliyor. Lokantanın mutfağına girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey mutfağın ortasına bir tandırın yerleştirildiği ve bir tüpün üstünde kaynayan tencere.

23 yaşındaki Nur Muhammed karşılıyor bizi mutfakta. 10 gündür burada çalıştığını söylüyor. Afganistan'daki hayatını anlatırken bir taraftan da ekmek hamurunu yoğuruyor. 

Tandırda ekmek pişiren Abdullaziz'e doğru gidiyorum. Sıcaktan dolayı terlere karışmış bir şekilde tüm gücüyle çalışıyor. 

''30 yaşındayım, Afganistan'da fırında çalışıyordum, evliyim.'' Türkçesi pek az, bize Nur Muhammed yardımcı oluyor. İki yaşında bir erkek çocuğu olduğunu, hepsinin şu anda Afganistan'da yaşadığını anlatıyor. Burada kazandıkça Afganistan'daki karısına ve çocuğuna yolluyormuş parayı.

"Herkes buraya kazanmaya geliyor, orada iş azdır şimdi, hepsi böyle geliyorlar Ağabey, burası rahat memleket, burada rahat yaşıyoruz, orada ne olduğu artık hiç bilmiyoruz patlama mı oldu ne oldu bilinmiyor, insanlar artık orada çok yoruldular. Çalışmaktan değil, patlamalardan savaştan, orada halen savaş devam ediyor.'' 

YEVMİYE BİRİKTİRİP MARKET AÇMIŞLAR

Küçük Afgan lokantasından çıktıktan sonra, Afganların çokça yaşadıkları sokakta ilerliyorum ve bir Afgan marketine giriyorum.

Marketin ortaklarından Hidari, 2008'den beri bu dükkânı işlettiklerini söylüyor, önce ağabeyinin 2001'de geldiğini burada her işi yaptığını, 20 liraya 30 liraya çalışarak para biriktirerek burayı açtığını söylüyor. Market kalabalık, müşterilerden biri Afgan pilavı için kuş üzümü aradığını söylüyor. Müşteriyle tanışmak istiyorum. Kabul ediyor. Dükkânın üstündeki apartmanın ikinci katına çıkıyoruz. 

Küçük mutfakta tüpün üstünde büyük bir kazanda Afgan pilavı kaynıyor. Yemeği Hikmet pişiriyor. Üç aydır Türkiye'deymiş. İnşaatlarda çalışıyormuş. Küçüksu'da kurulan Afgan amele pazarından söz açıyor. Sabahın ilk saatlerinde amele pazarına gittiklerini, daha sonra insanların araçlarıyla gelerek onları seçtiğini anlatıyor. 

CAMİ İÇİN YARDIM

Bu sırada pilav pişiyor, salona buyur ediliyorum. Büyükçe bir salonda Afganlar bağdaş kurup oturmuşlar. Evde normalde sekiz kişi kaldıklarını söylüyorlar, bugün toplantıları olduğundan dolayı misafirleri gelecekmiş. Bu nedenle bolca Afgan pilavı pişiriyorlar.

İki oda ve mutfaktan oluşan evde, salonda 10 kişi oturuyoruz Afganlar bir taraftan göz uçlarıyla televizyona bakarken, bir ellerinde telefon eksik değil. Afganistan'da gün içinde olan bitenden haberleri var, bunu bana telefonlarında gösteriyorlar.

Akşamki toplantıya davetliler gelmeye başlıyorlar.  Afganistan'da yapılacak cami için yardım toplanacağını öğreniyorum toplantıda. 

Afganistan'nın bütün umutlarını ve heyecanlarını bırakıp İstanbul'da şirin Küçüksu mahallesine ve ara sokaklara yerleşmişler. Sevdiklerini Afganistan'da bırakıp gelmişler, onlara bakmak için para kazanıyorlar. Yıllar önce bu topraklarda çalışıp para biriktirmiş dükkân açmış olanları da var. Kendimi birkaç saatliğine bir Afgan dünyasında bulmuştum. Boğazın Anadolu yakasında şirin Küçüksu semtinde.

Sinan Daşpınar (İAHA)