Şirazlı Sadi’den özlü sözler:

- Bir çiçeğe fazla su verirsen çürür, insana gereğinden fazla değer verirsen kudurur.

- Salih adam dilenirse ancak kendi nefsinden dilenir ve ondan hırsı terk etmesini ister çünkü her saat “ver” diyen bir nefis, sahibini zillet içinde köy köy dolaştırır...

- Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı.

- Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.

- Doğru söyleyip zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir.

- Eşeğini düşman, vergisini de sultan alıp gittikten sonra o memleketin tacında, tahtında ikbal kalır mı?

- Çoban uyumuş, kurt da sürüde: bu hal akıllı kimselerin beğeneceği şey değil.

- Kendi ahlakını düşmanından dinle; dostun gözünde her yaptığın iyidir.

- Bir gece sevdiğim içeri girdi. Yerimden öyle bir fırlamışım ki elbisemin eteği mumu söndürdü.

- Güzelliği ile karanlığı dağıtan sevgilim sordu: ben gelince neden ışığı söndürdün? Dedim ki: güneş doğdu zannettim...

- Şarap sarhoşu gece yarısı, sakinin sarhoşu ise mahşer sabahı uyanır.

Ve Şirazlı Sadi “Unuttuklarımız” üzerine şu soruyu sormakta:

“Ey seni hiç unutmadığım!

Hiç beni hatırladığın oluyor mu?”

Dostu ve düşmanı hatırlamalıyız... Bölgemizde uzun yıllardır halkların kardeşliğini ve iyi komşuluk ilişkilerimizi, tehdit eden, ABD’nin başını çektiği savaş, terör ve yağmacılık karşısında; Şah Rıza Pehlevi “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır” ve Kemal Atatürk’ün şu özlü sözü, daha bir önem kazanıyor; “Yurtta Barış, Dünyada Barış!..”

Kirlenen dünyanın barış elçisi olan şairler, Şiraz’da bir araya gelerek; şiirin içeriğini, biçimini ve konusunu tartışıyorlar. Aşkı, sevdayı, özgürlüğü, emeği, barışı ve insandan yana olan her şeyi şiire konu edip; kirliliklere, sömürüye, yağmacılığa, savaşa ve teröre, kötülüklere ve tüm düşmanlara şiir-oku’nu fırlatıyorlar.

Yakın Doğu’nun kültür başkenti Şiiristan Şiraz’da, “Sobeh heyr” ya da “Günaydın” demeden önce, Ömer Hayyam sofrasında; Mevlana, Nazım, Yunus, Behrengi, Şirazlı Sadi Hafez ya da çağdaş şiirin ortak paydasında; Sedra Zulriasetin ve Dursun Özden ile su gibi aziz olmanın, yüksek sesle şiir okumanın, farklı her dilden aynı şarkıyı söylemenin ve sevgiyi sebil eylemenin keyfini çıkaralım, yeniden...

Kapı komşumuz İran’da; Küresel mikro korona düşmanına karşı, makro düzeyde sevgi yüklü şiirin o evrensel gücü ile utkuyu müjdeleyen; sağlık ve mutluluk açan, bin çiçekli bu bereketli toprakların alevinde, Şiir atlı barış süvarileri ve sevide odaklanan, lotus çiçeği kutsal melekleri, bizi çağırıyor... Haydi canlar! Şiir zamanı...

GÜLİSTAN

Çoktandır koşmaktan yoruldum, bittim

Dinleneyim diye hamama gittim

Yıkanmak üzere uzandım kile

Sanki elim temas etti bir güle

Kil değil adeta bir dilber teni

O güzel kokusu mest etti beni

Nesin? dedim, Amber misin, gül müsün?

Yoksa basit toprak mısın, kil misin?

“Toprağım ben, bir tarladan alındım

Uzun zaman gül dibinde bulundum.”

Kamil ile bulunan olgunlaşır

En azından onun kokusun(u) taşır.

Aşıklar sevgilinin yolunda can verenlerdir,

Ölülerden ses gelmez ki? yere gidenlerdir.

Gelincik kanıyla gül yaprağına şöyle yazmışlar:

Pişip olgunlaşan kişi erguvan renkli meye sarıldı.

Hafız, güzel şiirlerinle Irak’ı, Fars’ı fethettin, ara

Haydi bakalım; şimdi Bağdat ile Tebriz’e sırada.

Şeyh Hafız Sad-i ŞİRAZİ (İran)

Farsçadan çeviren: Mehmet Kanar

Son…