Şiirin Başkenti Şiraz

En önde gelen eserleri arasında, Türkçe ile birlikte birçok yabancı dile de tercüme edilmiş olan Gülistan ve Bostan geliyor. Şimdi ise biz, İranlıların çok sevdiği ve saygı gösterdiği bu değerli şairin türbesi başındayız. Şeyh Sadi-i Şirazi’nin Türbesi son derece bakımlı, çiçeklerle süslü ve havuzlu bir bahçenin içinde yer alıyor. Diğer bir ifade ile, eserinin ismi gibi, kabrinin bahçesi de tam bir Gülistan. Şair Şirazlı Sadi-Hafez’in, bir dünya cenneti olan türbesini ziyaretim, çok anlamlıydı...

İran, tarihi ve kültürel zenginlikleri açısından dünyanın sayılı ülkelerinden birisidir. İpek yolunun baharat kokulu kervansaraylarının mazgallarında ve sutun başlıklarında uyuyan büyülü şiir; dolunaya inat, gece kuşları gibi başkaldırıyor. Şiir Ülkesi’nde yaşam, düşmanlar uyurken başlıyor. Tıpkı, bir şiir kadar sevdiği ülkesinin kültürel dokusunu ve tüm güzel insanları seven rehber arkadaşım Ahmet Nejadi ve eski İran Kültür ve Tanıtma Bakanı Mohammad Moezzodin ile konuşmamız sırasında, güven veren dost ve konuksever tavrıyla, Türkiye’ye ve öteki komşularına, barış ve kardeşlik mesajları yolluyordu...

İranlı şair ve sanatçıların, “gönüllü barış elçisi” özelliğini biliyor; bölge ve dünya barışı için destek istiyordu. Yaşasın, sanatın gizli gücü!... Cumhurbaşkanı Hatemi Yönetimi, halktan aldığı destekle Suudi yanlısı mollalara karşı, İslamı çağdaş yorumladığını söyleyen İranlı Aydınlar ve Şairler, geleceğe umutla bakıyor. Bölgede barış ve kardeşliğin örülmesi için, kendilerine büyük görev düştüğüne inanıyorlar. “Kültür” ortak paydasında, Türkiyeli meslektaşlarına (bizlere), şiir-eli uzatıyorlar... “Yarın geç olabilir, hemen şimdi!...” diyorlar. Ortak kültürel miras ışığında, İranlılarla Türkleri kaynaştıran pek çok şey var. Bunların başında hiç kuşkusuz, şiir gelir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yazılı edebiyatın ve günlük yaşamın bizzat içinde olan Farsça, bu gün bile konuştuğumuz sözcüklerin yüzde 30’unu buluyor. Bölgedeki tarihi ve kültürel dokuyu bilmek için, mutlaka Farsça kaynaklara başvurmak gerekli. Bu gerçek ışığında, Türk edebiyatını ve özel olarak da Türk Şiiri’nin köklerini öğrenmek istiyorsak; mutlaka kapı komşumuz İran’a ve Yakın Doğu’nun şiir başkenti olan Şiraz’a gitmeliyiz.

“İster kafir ol, ister Müslüm / gel, yine de gel” diyen ve insanlığı farklılıklarıyla birlikte, kardeşçe birlikte yaşamaya çağıran ve eserlerini Farsça yazan Mevlana’yı ve de aşkın şairi Hayyam’ı; yakından tanımak için, hemen Şiraz’a gidin. Geçtiğimiz hafta gittiğim Tahran, İsfahan ve Şiraz gezim, pek çok şey öğretti. Bunları siz şiir dostlarıyla paylaşmak istedim. Kadim atalarımızın konakladığı ve kültürel olarak da karşılıklı etkilendiğimiz bu coğrafya, nice uygarlıklara tanıklık etmiş. Bunun izlerini görmek oldukça heyacan verici...

Şiraz yakınlarında yaşayan, “Yurt” denen kara kıl çadırlarda yufka açıp, yayık ayranı ile tereyağ yapan, geleneksel giysili Horasanlı göçer Kaşkai Yörükleri, özgün çalgıları eşliğinde söylediği Zazaca ve Öztürkçe türküler ve maniler, bölgede bir başka yaşayan-canlı kaynaktı.

Öte yandan Persepolis antik kent kalıntıları, Sadi Şirazi ve Hafız-i külliyesi ile Şiraz Kitaplığı ise, bir başka kültürel zenginlik olarak sizi bekliyor. Şiraz’da iki kişiden biri, ya şair ya da şarkıcı...

Newyork’ta bulunan Birleşmiş Milletler binasının duvarında, dünyaca ünlü İranlı şiar Hafız-ı Şirazi’nin şu dizelerini okuyabiliriz: “Üzerinde gönül meyveleri yetişen dostluk ağacı dik, Sayısız çileler getiren düşmanlık fidanını kökünden sök.”

İran uzak değil!...

Dünya cenneti İstanbul ile Tahran arasında bir buçuk saatlik zaman farkı bulunuyor. (IRANAIR) İran Havayolları’nın 420 kişilik konforlu ve güvenli “airbus” uçağı ile mavi bulutları kucaklayıp ilerliyoruz. Uçakta, baş örtülü güzel hosteslerin elinden, alkolsüz bira ve “zam zam” kolası içerken; Van Gölü üzerinde, 11 bin metre kotunda, şiirleşmek ne güzeldi...

Devamı haftaya…