Kırk altı kromozomlu anne ve babadan olmak; insan diye adlandırılmak, insan gibi görünmek bizleri insan kılmaya yetmiyor. Çocuklara, canlılara, doğaya, diğer insanlara davranışlarımız belirliyor ne olduğumuzu. İçimizdeki şefkat duygusu ne kadar çoksa o denli yaklaşıyoruz insan olmaya.

Bir kez daha insanlığımız sınandı. Bu sınavdan ne yazık ki sürekli kalıyoruz. Bir yanda canını dişine takarak ormanları kurtarmaya çalışanlar bir yanda ezik kişiliklerini bu sınavda da sergileyenler. Birileri utanmadan yalanlar söyledi o canım ağaçlar, köyler, kuzular oğlaklar yanarken; onca can hiç umurlarında olmadı. Evleri yanmış ağlayan kadınların, çocukların gözyaşlarından onların gönlüne damlayan olmadı. İnanın gönlünüze düşen gözyaşı da nasipledir. Birilerinin acısını içinizde hissetmek canınızı çok yaksa da payınıza düşen bir armağandır.

Kendi benliğiniz dışında gerçekleşen sevinçleri, acıları, mutluluğu, hüznü duyumsamak insan olmaktır. Oysa bu kırk altı kromozoma sahip canlı bu gezegenin en vahşisidir. Hiç düşünmeden kendi çocuklarını bile öldürür. Binlerce işkence yöntemi bulmuştur. Açlık, yokluk, acı onun için önemsizdir ve nedeni odur. Bu yüzümüzün bir tarafıdır; diğer tarafı ise ‘’insan’’ olmaya çalışan taraftır. Varlığımızı yücelten, umudumuzu hep canlı tutan taraf.

İnsanın doğumdan ölüme yolculuğu insan olma mücadelesidir. İnsan olmaya yaklaştıkça mutluluğu, sevinci, huzuru çoğalır. İnsan olma süreci kişinin kendi cennetini inşa çabasıdır. İsterseniz varoluş deyin bu sürece; isterseniz de kendini bulma. Emin olun birileri cenneti daha bu dünyada yaşamaya başlar.

Bir kısım insan yok olan o yerlerin sorumluluğunu içinde hissedip yangın yerlerine koşarken; korumak ve önlem almakla görevli olanlar; ‘’acaba ne yapsam da sorumluluğu sırtımdan atsam, beceriksizliğimi örtbas etsem’’ arayışındaydı. Süslü cümleler kurdular, ne gerekiyorsa yapmış gibi göründüler ama hepimiz biliyoruz kimin neyi başarıp başarmadığını.

Zaman akmaya devam edecek. Dönüp duracak yıldızlı kubbe başımızın üzerinde. Bizler, bu Dünyada nefes almaya devam eden ‘’canlılar’’ acaba daha ne kadar yaşayacağız? Kimse bilmiyor. Bildiğim tek gerçek yaşam süremizi kısaltmak için insanlar olarak elimizden gelen ne varsa yaptığımız. Küresel ısınma bizlerin sonunu getirecek. Bu yangınların bir nedeni de bu ısı artışı. Nemin azalması, sıcak rüzgârlar çıra gibi olmuş bitki örtüsünü tutuşturuveriyor.

Herkesin dilinde iklim değişiyor cümlesi ama kimse bu konuda kılını kıpırdatmıyor. Mevsimler değişti. Sıcaklıklar değişti. Ağaçlar şaşırdı, hayvanlar şaşırdı. Sanki büyük bir kıtlığa hızla gidiyoruz gibi geliyor bana. Önümüzdeki elli senede nereye ulaşacağımız birbirimize ve doğaya duyduğumuz saygıya bağlı. Ya aklımız başımıza gelecek ve çocuklarımız için çabalayacağız ya da hep birlikte çekilen acılara şahit olacağız.

                                ‘’Karnı tokken yemek yiyebilen tek canlı insandır.’’

İnsan ruhunun acımasızlığı açgözlülüğünde gizli. Altın çıkartmak için ormanları yok edenlerin aslında paraya hiç ihtiyaçları yok. Para için derelerin yataklarını değiştirenlerin de paraya ihtiyacı yok. Denizleri kirleten fabrika sahiplerinin de paraya ihtiyacı yok. Üstelik yapılan tüm bu faaliyetlerde azıcık az para kazanmayı kabullenseler sorun kalmayacak. Hiçbir arıtma tesisi ait olduğu işletmeyi iflas ettirmez.

Açgözlülük sadece para, mal, mülk için yapılmıyor. Ruhu aç olanlar her alanda karşımıza çıkıyor. Gücü eline geçiren diğerlerine ruhundaki açlığı kapatmak için işkence yapıyor. Ama kapanmıyor o boşluk. Ne yaparsa yapsın içinde huzur barınmıyor böylelerinin.

Kısaca bu Dünya’nın en tehlikeli, en acımasız canlısı insandır. Karnı tokken bile yemek yer.