İngiliz Ajanları Kızacak Ama...
Atılmadık iftira, etmedik su'i zan bırakmayıp, İslâm'ın tüm "kul hakkı"na dair çizdiği sınırlara iğfal edip, ardından yine İslâm kisvesiyle bu milletin beyninden Atatürk'ü silmeye çalışıyorlar, şahidim...
Kendisini "Atatürkçü" gösterip nutuklar atan, ama Mustafa Kemal Atatürk'ün ne devlet adamlığını, ne de ideallerini anlamadan kendi çürük düşüncelerini "Kemalizm" diye yutturmaya kalkanların, bu ülkenin en büyük düşmanı olduğunu da biliyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisi için çıkarmadığı "Atatürk'ü Koruma Kanunu"nu kimlerin çıkardığını, önce bir "put" yaratıp, ardından "put taşlayan" rolüne soyunan riyakârlar olduğunu da biliyorum.
Atatürk'ün, sömürgeci emperyalistlere karşı dünya milletlerine örnek olan en büyük zaferi kazanan komutan olduğunu, işgal altındaki bir coğrafyada taş üstünde taş kalmamışken, o enkazdan "cumhur"u merkeze alan bir yönetim tarzı ve ardından mucizevi bir kalkınma hamlesi başlattığını da biliyorum.
Ölümünün ardından gelenlerin, Atatürk'ün çizdiği istikamette yürümek yerine, günü kurtarma derdine düştüğünü,
İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri aracılığıyla yapılamayanın Marshall Planıyla yapıldığını,
NATO'ya girişle birlikte Kurtuluş Savaşı'nın kahraman ordusunun -tıpkı Alman komutanların emrine verilmesi gibi- yine emperyalistlerin emrine sokulduğunu da biliyorum...
İşte tüm bunları alt alta sıralayınca, İngiliz Muhhibleri Cemiyeti'nin kalıntılarının, İngiliz süngüsü altında "Kurtuluş Savaşı'nın tüm kadrosunu kafir ilan eden" fetva yayınlayan Dürrizade Abdullah Efendi'nin yoldaşlarının havalara zıpladığını da hissediyorum.
Onları, İngilizlerin istediği fetvayı çıkarmamak için Şeyhülislamlığı bırakan Haydarızâde İbrahim Efendi'ye havale ediyorum.
* * *
İngiliz ve Fransızlar, o fetvadan önce son çare olarak Kurtuluş Savaşı'nın öncüsü komutanlardan kurtulma konusunda Londra'da yaptıkları toplantıda mutabık kalırlar. 1920 yılı Mart ayında yapılan toplantıda Fransa temsilcisi P.Cambon "İlk yapacağımız iş, milliyetçi liderleri (M.Kemal ve arkadaşları) yok etmek olmalıdır" diyor. İngiliz temsilcisi L.George de "Sultana 'Biz bütün etleri alıyoruz, sen de birkaç kemikle yetin' deriz" diyerek onaylıyor bu düşünceyi. Bu toplantının ardından, Padişah Vahdettin'e Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının tutuklanarak idam edilmesi baskısı yapılıyor. Sultan Vahdettin, bunun için Şeyhülislam fetvasının şart olduğunu, fetva ile padişahların bile tahttan indirildiğini söylüyor İngiliz isteğine karşı. Fetva, Şeyhülislam Haydarızâde İbrahim Efendi'den isteniyor. Ama Kurtuluş Savaşı yanlısı Haydarızâde İbrahim Efendi bu fetvayı uygun bulmuyor ve görevi de bırakıyor. İstenilen fetvayı Dürrizade Abdullah Efendi veriyor. İngiliz Muhhibleri Cemiyeti'nin bugünkü temsilcileri "Bu fetva İngiliz süngüsü altında verilmiştir" diyerek savuştururlar konuyu...
* * *
Yunan ve İngiliz uçakları tarafından Anadolu'ya dağıtılan fetva etkili olmuyor. "Yunan orduları Hilafet ordularıdır, asıl başı ezilecek olan Ankara'daki asilerdir" şeklinde bildiriler de etki etmiyor ve Osmanlı'ya baş kaldırmış çetelerin de katıldığı bir "halk savaşı" başlıyor emperyalizme karşı.
İşlerin yolunda gitmediği Londra'da da yankı buluyor. Londra'da 31 Mayıs 1921 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına çağrılan General Harington "İstanbul'daki Müttefik kuvvetleri, Mustafa Kemal'e karşı koyabilecek durumda değillerdir. İstanbul'da kalmak yersiz ve tehlikelidir" diyor. Lord Curzon, Harington'un bu fikrine karşı çıkan isim oluyor. Churchill de "Türklerin Çatalca'dan öteye, Avrupa'ya geçmeleri önlenmeli" diyen Lord Curzon'un görüşlerine katılır. Ama, İngilizler 1. Dünya Savaşı'nın yol açtığı ağır hasarlara bir yenisini eklememek, ikinci bir "Kut'ül Ammare" hezimeti yaşamamak için İstanbul'u terk etmek zorunda kalır.
Atatürk, sadece misak-ı milli sınırlarını düşünmez. İşte, Atatürk'ü, ondan sonra gelenlerin de anlamadığını gösteren net bir örnek sizlere:
"Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir." (29 Ekim 1933)
Bu satırları okuyunca, 78 yıldır "izinde" olanların yüzü hiç kızarıyor mu, mahcup oluyor mu bilmiyorum. Ama "dil bir köprüdür, tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür" sözünü duyunca öfkelenenler olduğunu biliyorum...