İlahi aşk ve Halide Nusret

Abone Ol

Halide Nusret Zorlutuna Kırklı yaşlara ulaştığında ilahi aşkın ateşiyle yanmaya başlamıştı. “Erişebilsem Sana” diyordu:

“…… Varlığım özlediği sırra ulaşıyordu: / İnanmış, inanmaktan sarhoş olmuş bir ruhla / Tanrıyı göklerinde görüyordum vuzuhla! / Rabbim! Bu an uğruna kül ederim varımı: Yükselterek katına yanan dudaklarımı / Bir damla rahmetini emebilirsem eğer. /Ayağımın altından çekilse.... çökse bu yer, / Nurunla aydınlanan boşluklarda ben yine, / Uyarak tabiatın ezelî ahengine, / Dönsem, çırpınsam, yansam adını ana ana / Ve böyle yana yana erişebilsem sana!”

 Zorlutuna dönmek, çırpınmak, yanmak gibi kelimelerle hiçbir benzetmeye yer vermeden anlatmayı tercih etmişti. Sade söyleyişi, içtenliği güçlüydü. Ses, anlam ve hayal yönünden uyumluydu

“Yakarı” adlı şiirinde, zorlu yolculuğunu yine süssüz ve içten bir dille anlatmış, zaman zaman şüpheye düştüğünü itiraf ederken Allah’ın bağışlayıcılığına sığınmıştı:

“Şüpheyle tereddütle yürek yandığı anlar / Mahkûm ederim suçlu görüp kendimi kendim. / Âlemlere şâmil keremin, mağrifetin var, / Sen affını çok görme benim Rabbim Efendim.”

Arz-ı Hâl şiirinde de benzer itiraflar vardı. Dünyanın gailesine dalıp haktan uzaklaşmış olmanın özrünü diliyordu:

“Hakka yarar işim yoktu / Ama derdim, gamım çoktu… / Hasretin bağrımda çoktu / Ben sana nettim efendim? (…) / Yıkılmışım… Koma böyle / Sultanım, suçumu söyle! / Affet beni, himmet eyle, / Ben sana nettim efendim?”

Dört kıtadan oluşan şiirde her dörtlükten sonra “Ben sana nettim efendim?” tekrarları, şiirin duygusunu okura geçiriyor, ahenk yaratıyordu.

Zorlutuna’nın aşağıya aldığım “Gönül” adlı şiiri de aşkın diriltici, kavuşturucu, birleştirici niteliği ön plana çıkarıyordu:

Yıllar yılı kapı kapı dolaştı

Bulmadı bir dolu peymane, gönül

Deryaları geçti, çölleri aştı

Çırpındı divâne divâne gönül.

 

Yandın gayrı… Bu susuzluk pek yaman!

İçerimde ateş, başımda duman…

Hakikat nurunu eriştir, aman,

Dinlemez efsun-u efsane gönül.

 

MEVLÂNA'sın, gönüllerin sultanı,

Âşıklar Kâbe’si, aşkın vatanı.

Efendim!.. Devletlim!.. Cânımın cânı!

Hüsnüne ezelden pervane gönül.

 

Pîrim! Tut bu çaresizin elinden;

Kurtar onu, kurtar gurbet elinden,

Sen anlarsın âşıkların dilinden

Sende mâmur olsun virâne gönül!

 Halide Nusret Zorlutuna, zaman zaman Yunus’u da konu edinmişti. O mertebeye ulaşmak çabası göstermişti. “Yunus’un Yollarında” şiirinde şöyle yazmıştı:

“Yüce Tanrı, şimdi derdim yalnız bu: / Dilediğim gibi yanamıyorum! / Avareyim aşkın illerinde ben, / Koşarım Yunus’un yollarında ben, / Susuzum hasretin çöllerinde ben / Aşkına bir türlü kanamıyorum!”

Zorlutuna, Yunus’un Allah’a erme yolundaki sabrından etkilenmiş, onu Pir olarak kabüllenmişti. Allah’a, hakiki aşka ulaşmada Yunus’un köprü olduğuna inanıyordu:

Geldin ateş gibi, geçtin âb gibi!”

Hasretinle hâlim pek harap gibi,

Yunus’um kalbimi bir kitap gibi,

Senin huzuruna sermek dilerim.

 

Bu aşkın uğruna aşklar kül oldu,

Bu aşkın uğruna dil bülbül oldu.

Göğsümde yüreğim kızıl gül oldu.

Koparıp da sana vermek dilerim!

 

Rüzgâr ol şafakta alnıma sürün;

Bulutlara sarın, mehtaba bürün;

Görün bana, pirim, bir kere görün!

Vuslatın gülünü dermek dilerim!”

“Benim İçin” şiirinde de Zorlutuna, dağları, denizleri, gökleri, yıldızları, ufku, çocukları kısacası tüm tabiatı ve yaşamı Allah’a şükretmenin bir aracı olarak görmüştü. Bu dünya Allah’ın bir eseri olarak haz doluydu.

“Benim için mi yarattın bu dünyayı Allah’ım?

Dağları böyle gönlümce yeşil,

Denizleri ışıl ışıl…

Gönlümce serin,

Gönlümce sıcak…

Benim için mi yarattın bu gökleri,

Bu yıldızları Allah’ım?

Böyle masmavi, derin,

Hayalimce zengin,

Gönlümce parlak…

Benim için mi yaratıldı Allah’ım bu çocuklar?

Böyle gönlümce güzel,

Alınları gönlümce ak,

Bakışları bahar bahar… Berrak!..

Ufuklar ağardı,

Niyaz dolu,

Haz dolu gökler ve yer;

Şükürler sana Allah’ım şükürler “