Hepimizin Yalnızlığı

Abone Ol

Korkmayın gelin dokunun yalnızlığa. Bu yalnızlık hepimizin.

Her şey çok hızlı. Hızlandıkça kalitenin düşeceği hiç aklımıza gelmedi. Bizleri mutlu edecek, sevindirecek haberleri, görüntüleri kısaca duygularımızı harekete geçirecek ne varsa iğneyle kuyu kazarak arar olduk.

Örneğin gizemli sokaklarında, her köşe başında bir öykünün masalın canlandığı o masalsı İstanbul artık yok. Artık başka bir canavara dönüştü o güzelim şehir. Sait Faik öykülerindeki yağmurlu havalar yok. Orhan Veli şiirlerindeki Kapalıçarşı, kayıklar, balıklar, boğazdan gelen esintinin dantel perdeleri dalgalandırdığı o pencereler yok artık.

Denizden, vapurlardan Boğazdan gelen sesler çoktan gürültüye dönüştü. Bin defa boğaz vapurlarıyla karşıya geçseniz binlerce insan yüzü görseniz artık minicik bir öykü hissedemezsiniz.

Artık korkar olduk sevdiğimiz öyküleri, şiirleri yeniden okumaktan. Biliyoruz ki her okumamızda başka bir dünyaya geçip kitabın kapağını kapatınca yeniden bu cehenneme döneceğiz.

Şehirler kirlendi. Kirlenmiş şehirlerde yaşayanların istisnalar dışında temiz kalması mümkün olur mu? Hepimiz payımıza düşeni aldık sanırım.

Belki de bizler İstanbul’un sokaklarında rahatlıkla oynamış; mahalle kavramını yaşamış son çocuklarız. Artık sokaklarda çocuk göremiyoruz. Kimse sokak maçları yapmıyor. Hani beşte devre onda biter maçlarımız vardı. Ter içinde maçı bitirip kafamızı tulumbanın altına sokup yıkardık. Sırayla su çekerdik birbirimize. Sonra oturur bir kapı eşiğine sevdiğimiz filmleri anlatırdık.

Akşam yavaş yavaş inerdi sokaklara. Sanki hüzünlüydü biraz akşamüstleri. Hava kararmaya başlayınca yemek kokularıyla acıktığımızın farkına varıp günün son ışıklarıyla evimize girerdik. Ve daima üstümüzün başımızın halini gören annelerimizden fırça yerdik. Genelde yer kapma yarışı olurdu her akşam. Hepimiz televizyonun karşısındaki yeri kapmaya çalışırdık.

Artık akşamlar da farklı oluyor. Çok hızlı. Çok karanlık. Çok gürültülü. Hiçbir baba trafiğin, kalabalığın yıpratmasından kaçamamış olarak giriyor evine. Tabi ki daha da tahammülsüz oluyor bütün insanlar. Ne çocuklara vakit kalıyor artık ne de yeterince dinlenmeye.

Eskiden eşyalarımız da birbirine benzerdi. Aynı tür perdeler, divanlar, masalar ve sandalyeler olurdu. Akşamları bütün aile siyah beyaz televizyonun karşısına geçer beraber ağlar beraber gülerdik. Aynı kötü adamlara kızar iyiler kazanınca sevinç içinde kalırdık. Günümüzde neredeyse evlerin her odasında ayrı bir televizyon var. Kimileri bilgisayarından seyrediyor istediğini; kimileri telefonundan. Artık ortak zamanlar yok. Konuşmalar az. Kahramanlarımız farklılaştı. Herkesin dizisi ayrı, kahramanı ayrı.

Hepimiz derin bir yalnızlığa gömüyoruz kendimizi.

Farklı korkular, farklı kaygılar edindi insanlar. Antidepresan ilaçların satışında patlama yaşanıyor. İnsanlar ceplerinde bir sürü hapla dolaşıyor. Panikatak tedavisinde kullanılan güçlü bir ilacı tarlada çalışan kadınlardan biri diğerinden istedi ve aldı. Sanki sıradan bir ilaçmış gibi. Belki de şahit olduğum bu durum yazdırıyor bana bunları. Şehirli rahatsızlığı sandığımız panikatak her yerdeymiş.

İnsan; insana yaslanmak, ondan güç almak ister. Korunmak için bir araya gelmiş insanlar. Mağara devrinden bu yana genetiğimize işlemiş bir durumdur bu. Ve nesilden nesile aktarıyoruz DNA içinde sakladığımız ilk insandan buyana sırlarımızı. Yalnızlaştıkça korkularımız kaygılarımız artıyor.

Başka bir evredeyiz. Yalnızız. Kaygılıyız. Korkuyoruz.