Türkiye ve Türk milleti olarak artık iyi haberleri unuttuk.

Felaket haberi almadan, normal bir gün geçirdiğimizde bile halimize şükrediyoruz.

Ekonomideki çöküş, işsizliğin her geçen gün artması, işyerlerinin bir bir kapısına kilit vurması, eğitimde dibi görmemiz, salgın ve sağlıktaki çıkmazımız, Suriyelilerin koloni gibi yayılmasını tartışırken Afganlıların ülkemize akın etmesiyle şaşkına döndük…

Daha ne olduğunu anlayamadan, önce Doğu Karadeniz’i sel vurdu, can kayıpları içimizi acıttı.

Henüz selin yarasını bile saramadan Ege ve Akdeniz’den felaket haberleri geldi. Hem insanlarımızın ölümüyle kahrolduk, hem de ciğerimiz ormanlarımız yandı.

Yangının şokunu üzerimizden atamadan Batı Karadeniz’i sel vurdu.

Alışık olduğumuz türden bir sel değildi, Kastamonu’da Bozkurt başta olmak üzere bazı ilçeler neredeyse haritadan silindi.

Onlarca insanımız sel sularına kapıldı, güç bela kurtulanlar da malından oldu.

Kastamonu ve Sinop’ta selden etkilenmeyen neredeyse kimse kalmadı…

Yağışlar hep vardı, özellikle Doğu Karadeniz’de sel olmasına da alışığız.

Ancak böyle felaket görülmedi, yağmurla, derelerin taşması ile bu kadar büyük bir afetin yaşanması akıl işi değil.

Her şeyi kadere bağlama hastalığımız var.

Hayır da Allah’tan, şer de Allah’tan diyerek olayın sebebi araştırılmıyor, sorumlular bulunmuyor…

Baraj kapaklarının açıldığı iddia ediliyor, yetkililer yalanlıyor. Hatta bizzat Tarım ve Orman Bakanı, hangi akılla bilinmez ama HES’lerin mağdur olduğunu savundu.

Hiçbir araştırma yapmadan hemen savunmaya geçmek, olayı yalanlamak ne kadar doğru?

Özellikle Bozkurt ilçesi ile ilgili birçok söylendi ortalıkta dolaşıyor. İnsanların yakınlarına ulaşamadıkları, ölü sayısının çok daha yüksek olduğu iddia ediliyor… Hatta bir milletvekili sahillerden cesetlerin toplandığını öne sürdü.

Hiçbir araştırma yapılmadan her şey yalanlandığı için vatandaşların resmi açıklamalara güveni kalmadı.

Basın yayın organları ile iletişim imkanları bu kadar gelişmiş olmasına rağmen yeterli haber alınamaması, alınan haberlere vatandaşların güven duymaması hazin bir durumdur.

Sağlıklı bilgi alınamaması sebebiyle her şeyi abartan, her olaydan provokasyon çıkarmak isteyen insanlara gün doğuyor.

Kaybedilen canları geri getirmenin imkanı yok.

Allah korusun ama bundan sonra da afet olacaktır; yağmurun yağmasını engelleyemezsiniz.

Ancak insanların ve yerleşim yerlerinin zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınabilir, alınmalıdır da...

Yapılması gereken, öncelikle her şeyi kadere bağlamaktan vazgeçip, ilmin ışığında gerekli tedbirleri almak, sorumsuz davranan, işini aksatan kişileri görevinden el çektirmektir.

İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi…

“Kadermiş” öyle mi? Haşa, bu söz değil doğru;
Belanı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.
“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!

*****

Kilitli kapı

Vaktiyle bir padişah, kendisine bir vezir bulmaya karar verdi. Veziri seçmek için de kocaman bir kapı, kapının ortasına onlarca kilit yaptırdı. Kimi asma kilit, kimi halka kilit derken baştan aşağı her yer kilit doldu.

Sonra vezir adaylarını tek tek çağırdı. İlk giren adama dedi ki, “Sen, benim vezirim olmak istiyorsun değil mi?” Adam “Evet” deyince Padişah, “Eğer benim vezirim olmak istiyorsan şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan, hiçbir alet edevat kullanmadan açmanı istiyorum” dedi.

Vezir adayı kapıya baktıktan sonra dedi ki, “Efendim bu mümkün değil! Kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer.”

Padişah “Peki, sen çık öteki gelsin” dedi.

Padişah, diğer vezir adayına da aynısını söyledi. Diğer vezir adayı da “Efendim anahtar bile olsa…” diye konuşmaya başlayınca Padişah ona da yolu gösterdi, başka bir vezir adayını çağırdı.

Bütün vezir adayları tek tek gelmiş, hepsi aynısını söylemiş. Derken en son vezir adayı içeri girmiş.

Padişah, “Sen vezir olmak istiyor musun?” diye sorar. “Evet” cevabını alınca Padişah der ki; “Eğer vezir olmak istiyorsan şu kapıyı anahtarsız, hiçbir alet edevat kullanmadan açmanı istiyorum.”

Adam şöyle bakmış kapıya… Biraz düşünmüş ve demiş ki Padişaha; “Sultanım aslında aklım der ki bu kapı böyle açılmaz, lakin bize itmek düşer.”

Eliyle hafif dokunup itince kapının açıldığını görmüş. Aslında görünen kilitlerin hiçbirinin kilitli olmadığını anlamış.

Ve adam vezir olmuş…

*****                 

TEBESSÜM

Falcı

Diktatör falcıya gider!

Falcı, “Sizi üstü açık bir arabada tezahürat altında giderken görüyorum” der!

Diktatör bunun üzerine heyecanla sorar:

- Halk mutlu mu?

- Hem de nasıl!

- Kalabalık mı?

- Haddinden fazla!

- Afiş, pankart, bayrak?

- Gırla!

- Şarkı, türkü?

- Hem de danslar, halaylar, oyunlar eşliğinde!

- Peki! Ben ne yapıyorum?

- Tabutun içini göremediğim için bu konuda bir şey söyleyemiyorum.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Ülkeyi partiler, programlar, reçeteler düzeltemez. Ahlâkımız düzelmedikçe, ahlâk siyasete egemen olmadıkça memleket de düzelmez!

Ömer Lütfi Mete