Hayat geçmişten değil gelecekten gelir

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mız kutlu olsun. 23 Nisan, sadece geçmişin kutlaması değil; geleceğe dair büyük bir taahhüttür.

Abone Ol

Nutuk, yalnızca bir tarih anlatısı değil, aynı zamanda milli şuurun, bağımsızlık mücadelesinin ve çağdaş bir ulus inşa etme iradesinin manifestosu niteliğindedir. 23 Nisan 1920, Türk milletinin geleceğini kendi ellerine aldığı, egemenliğin saraydan millete geçtiği tarihi bir dönüm noktasıdır. O gün, yalnızca bir meclis açılmamış; milletin iradesi tecelli etmiş, bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin temelleri atılmıştır. TBMM, Mustafa Kemal Atatürk’ün idam fermanı yayımlandıktan 12 gün sonra açılır.

Nutuk, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun hikâyesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün kaleminden dökülen bu büyük anlatı; işgale direnmenin, bağımsızlık mücadelesini örgütlemenin ve modern bir cumhuriyet kurmanın hem zihinsel hem pratik adımlarını ortaya koyar. Nutuk, yalnızca bir tarih metni değil, aynı zamanda bir hesaplaşma, bir uyarı ve bir inşa metnidir: Geçmişin karanlıklarından geleceğin aydınlığına uzanan bir yol haritasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu Nutuk’ta anlatır. Meclis’in açılış öyküsünü hatırlamak isterseniz, tavsiyedir; Emre Kongar Hoca’nın, “Atatürk 23 Nisan’ı Anlatıyor” başlıklı  (ilgili bölümü, Nutuk’tan bizzat günümüz Türkçesine kendisinin çevirdiği) gazete yazısında bulabilirsiniz. 

Nutuk, Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”siyle sonlanır. Bu metin, milli mücadele ruhunun ve Cumhuriyet’in korunması gerektiğine dair sarsılmaz bir inancın ifadesidir.

Gençliğe Hitabe, yalnızca bir çağrı değil; bir yemin metnidir. Atatürk, bu metinle tarihten süzülen bir bilinci geleceğe mühürlemiştir. Hem bir uyarı, hem bir görev tanımıdır. Ama aynı zamanda bir güven ifadesidir de: Gelecek kuşaklara duyulan tam güven. Sanki şöyle der: “Her şeyin yıkıldığı, umutların tükendiği bir an bile olsa… Sen ayağa kalkacaksın.” Bu yönüyle hem bireyi hem milleti sarsar, uyandırır, sorumluluğa davet eder. Dili serttir, ama sevgiyle yoğruludur. Tınısı askerîdir, ama yüreği sivil. İçinde bir milletin hafızası kadar, bir çocuğun geleceğe bakan gözleri de vardır.

Gençliğe Hitabe, bir milletin dirilişini bir cümleye sığdırma becerisidir. Sonsuza değin bağımsız kalabilmenin sırrını saklayan paroladır. Gençlere, karanlıkta bile yolu bulabilecek gözlere sahip olduklarını söyler. Bu, kuru bir görev dağılımı değil, bu sevgiyle yazılmış bir inanç mektubudur.

Atatürk, çocukları ve gençleri sadece sevmekle kalmadı; onlara duyduğu sevgiyi, ülkenin en kıymetli hazinesini emanet ederek ölümsüzleştirdi. O sözlerin her satırında, sevgiyi sorumluluğa dönüştüren bir dehanın izleri vardır. Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği bayramlar, gençliğe yazdığı hitabeler, aslında aynı düşüncenin farklı kıyafetleridir: “Bu ülke, sizin sevginizle ayakta duracak; sizin vicdanınızla, aklınızla, yüreğinizle yükselecek.”

İnsan, gökyüzüne bakmayı unuttuğunda karanlık başlar. Ve gökyüzü en çok, bir çocuğun gözlerinde parlar. Çünkü çocuk, dünyanın unutmak üzere olduğu her şeyi yeniden hatırlatır: Sevinmeyi, inanmayı, başlamayı, direnmeyi… Çocuk, hayatın ilksel hâlidir — yeryüzünün en taze sabahıdır.

Bir zamanlar şöyle yazmışım: “Hayatı canlı ve umutlu kılan çocuklardır. Dünyada hiçbir çocuğun olmadığını ve hiçbir çocuğun doğmayacağını düşünün bir kez. Her şey anlamını yitirir. Ne bir heves ne bir umut kalır geriye. Dünya, sessiz, renksiz, kokusuz, sevinçsiz bir yer olur. Telaş içinde, yaşama sevinciyle yaşamaya devam edebilir miyiz? Yapamayız, karanlık duygularla malum sonu beklemeye başlar dünyanın yetişkinleri, artık katlanılması güç olan, akan ama bir yere varmayan zamanın içinde.

O halde bizi yaşatan, hayatı canlı kılan çocuklardır. Biz öleceğimizi bilsek dahi, doğmuş ve doğacak çocukların olduğunu / olacağını bilmek, hayatı sonsuz kılar. Bizlere umudu, hayat coşkusunu, hiç ölmeyecekmişiz hissini yaşatan, budur. Çocuğun bizden doğmuş ya da doğmamış olmasının bir önemi yoktur. Çocukların var olması ve var olacağının bilinmesidir esas olan. Çocuklar hayatın çırpınışıdır. Çocuklar kanatlandırır, umutlandırır hayatı. Onlar hayatın ta kendisidir. Doğaya bahar yılda bir kez gelir, iple çekeriz. Neden bahar, insanı kendine bu denli çeker. Bahar hayattır, hatırlatır, hayatı gözümüze sokar, bizi canlandırır, mutlandırır. Yılda bir kez olur, sabırla bekleriz. Oysa her daim var olan çocuklardır hayatın asıl baharı. Onların; doğanın iple çektiğimiz, yılda bir kez gelen baharından farkı; hep olmalarıdır, her zaman olacak olmalarıdır. Çocuklar dünyanın ve insanlığın her an, her mevsim sahip olduğu çiçekli baharlardır. Yaşayabiliyorsak bu hayatı, çocukların kanatlarına tutunduğumuz içindir. Dünya katlanılabilir bir yer oluyorsa, çocuklar sayesindedir. Biz hayatı bizden öncekilere değil, bizden sonrakilere borçluyuz. Hayat geçmişten değil, gelecekten gelir. Yaşam iradesi çocuklar üzerinden geleceğe bağlanır.”

Belki de biz, çocukların gözünden bakabildiğimiz sürece insan kalırız. Çünkü bir çocuğun varlığı, evrenin hâlâ bir umudu olduğunu fısıldar. Ve biz yaşadıkça değil, çocuklar var oldukça hayat devam eder. Hayat, bizden sonra doğacak olanlardadır. İşte bu yüzden… Hayat geçmişten değil, gelecekten gelir.

Atatürk dehasını ve sevgisini ustalıkla harmanlamış; sevgisini gelecek kuşaklara görev, umut ve inanç olarak devredebilmiştir. Ve belki de bu yüzden, onun en kalıcı eseri sadece Cumhuriyet değil, cumhuriyetin çocuklarıdır.

İşte bu yüzden 23 Nisan, yalnızca bir bayram değil; milletçe verdiğimiz en kıymetli sözün, geleceğe tutulan en parlak ışığın adıdır.