Türkiye'de hâlâ PKK'yı ve uzantısı örgütleri hâlâ "Marksist Leninist özgürlük savaşçıları" olarak görenlere şaşırmamak elde değil. Pilot Necati'yi, Kesire'yi, Suriye'deki eğitim kamplarına MİT sızmalarını haber veren "derin kanalları" hiç hatırlamak istemeyen bir kesim bu. "Gladio"yu, "Kontrgerilla"yı dillerinden düşürmezler ama iş Öcalan ve PKK'ya gelince nedense tüm "derinlik" sıfırlanır onların hafızasında. İzahatları yoktur çünkü. Halbuki, Türk solunun legal zeminde verdiği ve halkta giderek karşılık bulmaya başlayan "hak, emek, özgürlük" mücadelesinin nasıl "derin eller" tarafından "silahlı mücadele"ye evrildiğini iyi incelemeleri gerekiyor. İşte o "Gladio" veya "Kontrgerilla" ya da daha amiyane tabirle "derin devlet", "hak, emek, özgürlük" diyen gençlerle böyle mücadele etmeyi seçmişti... 

Mahir Çayan ve arkadaşlarının cezaevinden kaçışları ve yollarının Kızıldere'ye düşüşlerini bir de emekli olduktan sonra anılarını yazan Memduh Ünlütürk'ten okumadan, neyi kast ettiğimi tam anlayamazsınız. Ünlütürk, Mahir Çayan ve arkadaşlarının cezaevinden kaçışına göz yumulmasını isteyen heyetin içerisinde ABD'lilerin de olduğunu söylüyor anılarında...

* * *

Afrin'e dönük Zeytin Dalı Harekâtı ile ilgili açıklamalarda bulunurken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Obama bizi aldattı" sözü çok çarpıcıydı. "Aldatılma ve kandırılma" üzerinden tartışılan o söz, yakın tarihimize de, gelecekte atacağımız adımlara da ışık tutacak bir söz. Keşke bugün PKK'yı ve uzantısı örgütleri "halk savaşçıları" olarak benimseyenler de birçok konuda "kandırıldıklarını" ve "aldatıldıklarını" kabul edebilse...
Bazı şeyleri hatırlatalım ki, muradımız net anlaşılsın.

Bugün Irak'tan başlayıp Libya'ya kadar uzanan bölgedeki savaşlar, Anadolu'nun da içinde bulunduğu topraklar üzerindeki hesabın yarım kalmasından kaynaklanıyor. Küresel çete, önce Irak'la İran'ı kapıştırdı. Yıllar süren bir savaştı ve iki ülkenin halklarının bu savaştan tek bir çıkarı yoktu. Şii diktatörlüğü ile BAAS diktatörlüğünün "bilek güreşi"nin bedelini halklar ödüyordu. Literatüre İran-Irak savaşı olarak geçmiş olsa da, aslında Şii-Sünni hattındaki bin yıllık nifak tohumunu yeşertmeye hizmet ediyordu bu savaş. Öyle de oldu... Bu savaş, Irak nüfusunu oluşturan Şii ve Sünni halkların arasında derin yaralar açtı.

Savaş durdu ve BAAS diktatörlüğü yine ABD'nin teşvikleriyle Kuveyt'i işgal etmeye kalktı. Cin şişeden çıkmıştı bir kere.

George Bush'un başkanlığındaki ABD, Turgut Özal'ın desteğini alarak "Çöl Ayısı Operasyonu"nu başlatmıştı Körfez'de. Özal "Bir koyup üç almak"la kandırılmıştı o dönemde. Barzani aşireti "devlet sahibi olmak"la, Pilot Necati'nin Apo'su, Mezopotamya'da bir Kürt devleti kurmakla...

Sözde Saddam'ın uçaklarına konulan yasak, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri'ni de "havaya çıkamaz" hale getirmişti. Çekiç Güç, Doğu ve Güneydoğu'yu hakimiyeti altına almış, istediğini yapar olmuştu. 

PKK'nın Kandil'den Güneydoğu'ya uzanan hatta açtığı "lüks mağaralar" işte o dönemde kuruldu. Örgütün "silah gücü" de o dönemde arttı. Rus artığı Kaleşnikoflara Doçkalar, Kanaslar eklendi. Gece görüş dürbünleri, mayınlar, Katyuşyalar...
Doğu ve Güneydoğu'da toprak ağalığının yerini "terör ağalığı" aldı o dönemde. Devletin yanında yer alan "aşiret" feodalitesi ise kendi yasalarını uygulamaya devam etti. 

* * * 

İkinci "kandırma" dönemi, Çöl Ayısı'nın kahramanı Bush'un oğlu döneminde yaşandı. Ortadoğu'ya "demokrasi", halklara "özgürlük" getireceği vaadiyle ABD argo tabirle Irak'a çöktü. 

Türkiye'nin "toplumsal dinamikleri" de bir şekilde ikna edildi bu işgale... Hatırlayın o dönemde atılan manşetleri, yazılan köşe yazılarını... Bugün "savaşa hayır" diyenler bile, canhıraş bir Amerikan hayranlığına tutulmuş, ABD eliyle bölgeye özgürlük, demokrasi geleceğini savunur olmuştu. Bugün "savaşa hayır" diyenleri "hain" ilan edenler de aynı korodaydı. George W.Bush'un ekibi, kimini Soros aracılığıyla, kimini başka vaadlerle aynı tribünde toplamayı başarmıştı. Bu kadarla sınırla kalmadı tabii. Ortadoğu'nun işgalini ve parçalanmasını sağlayacak BOP'a karşı çıkan herkes "hain" ilan edildi, "vesayetçi" oldu, "derin devlet adamı" olarak yaftalandı. 

Bir çeteden "etkili" bir terör örgütü yaratan ABD, sözde "Kürt sorununun çözümü" için bir tezgah daha açtı. Brookings Enstitü aracılığıyla, Türk siyasetçilerini, aydınlarını ve Kürtçü-Apocu dinamikleri bir bir tornadan geçirdi.

Bugün Kobani'de, Rojava'da savaşanlar, o dönemde "yasal muhatap" olarak bu yüzden kabul edildi. Habur'u izlediğimiz, Diyarbakır meydanında barış güvercinleri uçurduğumuz, Salih Müslim'in Ankara'da resmi temaslarda bulunması, PKK'nın yan örgütü PYD'yi PKK karşıtı Kürtlerin gözünde bile "meşru bir güç" haline getirdi. 

ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, "Türkiye ve PYD'nin 2015 yılına kadar birlikte uyumlu biçimde çalıştığını hatırlamakta fayda var. Kobani'de IŞİD'e karşı operasyonların önünü koordinasyon içerisinde açmışlardı" dedikten sonra "PYD ile Türkiye'yi barıştırmalıyız" tavsiyesinde bulunuyor.

NATO'ya girdiğinden bu yana ABD tarafından "kandırılan", "aldatılan"  ve "kullanılan" Türk siyasetçileri bu cendereden kendilerini kurtarmalıdır.

Trump'un seçimi kazanmasını alkışlarla kutlayanların, "Daha yapacak çok işimiz var" sözüyle gururlananların, "Hiç olmadığı kadar yakınız" diyenlerin de susmasının tam zamanıdır...

Domuzdan post, emperyalizmden dost olmaz...