Lanet olsun zulmü taç yapan, adalati kovanlara. Vicdan kapılarını adalete kapayan, zulmu alkışlayanlara yazıklar olsun. Ağzında “Allahu Ekber”, elihde pala, Allah’ın verdiği cana zulmede zulmede  kelle kesen yayyamlar Müslüman olmasa gerek. Mehmet Akif diyor ki:

“…Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;

 Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

 Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım…

-Boğamazsın ki !

-Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

 Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

 Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

 Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

 Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

 Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

 Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

 Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

 Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

 Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

 Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

 Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…

İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu…”

Sevgili okuyucular, belli ki bugün güzel bir şeyler yazamayacağım.  Küfretmeyi de beceremiyorum. Bugün sözü sevginin ve hoşgörünün zirvesi Mevlana’ya bırakmak zamanıdır.  Bakalım zülum, adalet ve ahde vefa konularından Mevlana neler söylüyor, biz neler anlayoruz. Kıssadan hisse alanımızın var mıdır?

“Zâlimlerin zulmü, karanlık bir kuyudur; bütün âlimler böyle söylemişlerdir.

Daha ziyade zâlim olanın kuyusu, daha korkunçtur. Adalet “daha kötüye, daha kötü ceza verilir” buyurmuştur.

Ey Zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.

İpek böceği gibi kendi etrafını örme; kendine kuyu kazarsan bâri kararlıca kaz!

Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İzâ câe nasrullâh”ı oku.

Sen filsen, düşmanın senden ürkmüşse, sana ceza olarak işte Ebâbil kuşu gelip çattı.

Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.

Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı, cehennem ateşinin aslı oldun gitti.

O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar.

İnsanın eli tırnağı olmamalı; eli tırnağı oldu mu ne din düşünür, ne doğruluk!

Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak.

Adalet, bir nimeti yerine koymaktır, her su isteyen tohumu sulamak değil.

Zulüm nedir? Bir şeyi, yerinde kullanmamak, lâyık olmayan yere koymak. Bu da ancak belâya kaynak olur.

Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı; mürekkebi bile kurudu.

Ey Yusufların derisini paralayan, seni de bir kurt paralarsa bunu kendinden bil!

Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin.

Allah’a verdiğin söze vefa edersen, Allah da kereminden senin ahdini korur.

“Ahdime vefa edin” sözüne kulak ver de sevgiliden “Ahdinize vefa edeyim” vaadi gelsin.

Kiminle ahdettiğini bilen, tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.

Ahidlere vefa etmek, akılla olur. (…)

Akıl, ahdini hatırlatır; akıl, unutkanlık perdesini yırtar.

Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.

Ahdi bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa, temiz kişinin işidir.

Sadece şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü talih, onların peşinden gelir.

İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyileşmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek!

Bozuk düzen ahid, çürümüş kök gibidir. Kökü çürümüş ağaç da meyve vermez.

Şeytan gibi hasetçi değilsen dâva kapısını bırak da vefa kapısına gel!

Köpeğe bir kapıdan, bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkar olur.

Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse, yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.

Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âb-ı hayat içtin, gözlerin açıldı unutma!”