Evet itiraf ediyorum; birazcık ilginizi çekebilmek ve bu yazıyı okutabilmek için sizleri incecik gülümsetecek bu başlığı seçtim. Aslında çok da ilgisiz değil yazacaklarımla. Etrafımızı saran vasatlıktan söz etmek istiyorum sizlere. Tabi ki böyle bir konudan söz ederken insanın aklına ilk gelen isimlerden biri Sokrates oluyor.

Sokrates devleti filozofların ve bilim insanlarının yönetmesi gerektiğini savunan ilk felsefeci. Bu yazının başlığı da onun sözleri. Kendisine demokrasiden söz edilince; ‘’ ne yani bizi ayak takımı mı yönetecek’’ diye sorar. Eğitimsiz bir halkla gidilecek bir seçimin felaket olacağını söyler. Ayrıca gençler arasında eşitlik sağlanmadan demokrasinin de kurulamayacağını da ekler.

Kısacası Sokrates belki de bu günleri binlerce yıl önceden görmüş ve ‘’vasatlığa’’ karşı çıkmış ilk düşünürdür.

Günümüze Sokrates’in yazılı eseri kalmamıştır. Biz onu; öğrencisi Platon’un aktardıklarıyla biliyoruz. Bizim coğrafyamızdaki adıyla Eflatun. Müslüman felsefeciler Platon adını ‘’Eflaton’’ şeklinde telaffuz ettikleri için zaman içerinde Eflatun’a dönüşüyor.

Vasatlığın dayanılmaz bir düzeye ulaştığı ve bu konuda çaresiz kaldığımızı düşünüyorum kaç gündür. Aydınlanma ve gelişme yüzlerce yılda gerçekleşirken; vasatlık birkaç on yılda yılda başladığı coğrafyaya kök salabiliyor.

Kısa bir sürede şehirlerimiz büyük bir gettoya dönüştü. Artık gecekondularımız onlarca kata sahip. Çoğu üniversitemiz yetmişli yıllardaki liselerden geride. Nitelik çoktan unutturuldu. Artık nicelik ön planda. Ne kadar kaliteli olduğu önemli değil de ne kadar pahalı olduğu; ne kadar sattığı önemli. Doğru ve düzgün cümle kuramayan yazarlar en çok satanlar listesinde. Hatta bazılarına Nobel Edebiyat Ödülü bile verdiler.

Hangi birinden söz etsem sizlere; pazarcısından profesörüne kadar artık bambaşka bir insan kalabalığı içindeyiz. Profesör olmuş; intihal yaptığı  yani ‘’başkasının yazdıklarını, araştırmasını çaldığı’’ ispat edilmiş ama hâlâ yüzü kızarmadan görevinde devam eden onlarca ‘’mahluk’’ var üniversitelerde. Eskiden yüz kızartıcı suçlardan yakalananların intihar ettiğini okurduk gazetelerde; meğer eskinin ‘’hırsızları da’’ onurluymuş.

Sadece bizde var sanmayın bu durum. Dünyanın bir çok ülkesinde de aynı dert var. Yanılmıyorsam Amerika’da artık basın bildirilerinin, duyuruların ortaokul eğitimiyle anlaşılabilecek düzeyde yazıldığını okumuştum bir araştırmada.

Örgütlenmiş cehalet kadar korkutucu hiçbir kavram yoktur. Aslında en çok onlar farkındadır vasatlıklarının. Bu farkındalıklarından dolayı herkesten intikam almaya çalışırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar o eziklik hep onlarladır. Yanlış kodlanmış bir beyni silip yeniden doğru bir şekilde kodlamak neredeyse imkânsızdır. Normale dönebilmenin belki de tek yolu o neslin yaşamdan silinmesidir. Özellikle belirteyim ki bir katliamdan değil doğal neslin değişmesinden söz ediyorum.

Ne yazık ki on binlerce yılda oluşturduğumuz o engin kültür yok edildi. Yerine iğreti, laçka, vasat ne varsa dayatıldı ruhumuza. Bu topraklarda yaratılan muhteşem mermer heykellerin yerini plastik, çirkin, hiçbir canlıya benzemeyen heykeller aldı; üstelik bunca teknolojik gelişmeye rağmen. Restorasyon çalışmalarında ince işlemeler sıvalarla örtüldü.

Vasatlık nerede biliyor musunuz; o hilkat garibelerini yapan, onları yapması için o vasatları seçen ve tüy dikmek adına o garip şekillere açılış töreni düzenleyen vasat yöneticilerde.

Son bir örnek vermek gerekirse; bu günlerde yaşadığımız korkunç örneklerden biri baleyi spor olarak kabul edip elli iki saatte diploma vermeye kalkmaktır. Bir balerinin, baletin on veya on iki yılda yetiştiğini düşünürsek düştüğümüz korkunç durumun farkındasınızdır umarım.

Okuma yetisini kazanmış insanların anlayacağını düşünerek diyorum ki ‘’vasat’’ sözcüğü ortalama, orta anlamına gelir ama bizler çoktan dibin dibine gelmek üzereyiz.