Bab-ı Ali'de yazıişlerine giren ilk kadın gazeteci Azer Bortaçina, kadın olarak meslekte çok haksızlığa uğradığını ama o dönemde gerçek gazeteciliğin yapıldığını söylüyor. Bortaçina, "Şimdilerde maalesef gazetecilik yapılmıyor. Gazetecilik öldü" diyor

Kadın Kadına köşemin bu haftaki konuğu Bab-ı Ali'de yazı işlerine giren ilk kadın gazeteci olan Azer Bortaçina. Üniversitede işletme bölümünü bitirmesine rağmen dede mesleği gazeteciliğin peşinden giden Bortaçina, 30 yıl Milliyet'te çalışmış. Dünyaya bir kez daha gelsem, bu dönemde gazetecilik yapmam diyen Bortaçina, "Gazetecilik hayatım boyunca en başta patron olmak üzere kimseye biat etmedim. Kafama yatmayan bir şeye asla olur vermedim. Bu devrin gazeteciliği bana göre değil" diyor. Araçlı seyyah olarak bilinen Bortaçina'nın Kültürün Gerçek Tanığı- Güneydoğu Anadolu ve Cömert Toprakların Masalı- Doğu Anadolu isimli iki adet gezi kitabı da bulunuyor. Gazetecilik yapmak isteyenlere, "Onurunuzu kaybetmeyin yeter" diyen Bortaçina ile meslek hayatına dair her şeyi konuştuğumuz röportajımız sizlerle. 

- Mesleğe adımınızı ilk nasıl attınız?

"Kendimi bildim bileli gazetecilik yapmak istiyordum. Mezun olduktan sonra 1971 yılında sol kesimin çok iyi tanıdığı sahibinin Kemal Bisalman olduğu Yeni Ortam gazetesinde işe başladım. Orada önce telekslere bakıyordum. Ellerim dirseklerime kadar simsiyah oluyordu. Sonra bana başlık attırmaya başladılar. Başlık atmak gazetecilik için çok önemlidir. Orada deneyim edindikten sonra, çeşitli nedenlerden dolayı istifa ettim. İşsiz kaldığımı öğrenen tanıdıklarımızın beni yönlendirmesiyle Milliyet maceram başladı. O zamanlar Milliyet kadrosunda, sahibi Ercüment Karacan, Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, Yazı İşleri Müdürü Hasan Pulur, İdare Müdürü Nurettin Demirkol, Teknik Sekreter Turhan Aytul, Aydın Engin, Oya Baydar ve Doğan Heper gibi çok seçkin bir kadro vardı. İlk başta beni ilan servisinde işe aldılar ama gözüm hep haberlerdeydi. Bu arada Mehmet Ali Birand'da benim gibi ilk ilan servisinde mesleğe başlamıştır. İlanda çalışırken tüm işlerimi bitirip kalan zamanlarımda da kitap ve dergi okurdum. O zaman gazeteler rotatif ile çıkıyordu, yani yazılar kurşun ile diziliyordu ve ben kurşun kalıpların bazılarının üzerine kağıt koyarak kimseye belli etmeden silindiri üzerinden çekerdim. Bu da yazıların kağıda geçmesini sağlardı ve ben yarının gazetesindeki bazı yazıları böylece okumuş olurdum. İnanılmaz bir tutku vardı içimde. 1973 yılında olan seçimlerde hazır kuvvet gerekli diyerek her servisten birkaç kişiyi merkeze çektiler ve seçimlerdeki oy oranlarını takip etmemizi istediler. Ben çılgınlar gibi herkesten önce seçim neticelerini getirmeye başladım. Turhan Aytul, seçim sonuçlarını bu kadar erken getirdiğim için çok şaşırmıştı ve 'Kardeşim senin adın ne?' diye sormuştu. O süreci atlattıktan sonra da hayatımın en güzel teklifini aldım."

- Neydi o teklif?

"Arkadaşlar ile renk ayrımı servisine giderken sohbet etmeye başladık. Ben de konuşma bittikten sonra arkamı bir anda döndüm ve farkında olmadan duvara sert bir şekilde çarptım, burnum hasar aldı, hatta ameliyat da oldum. Ameliyat sonrasında evde dinlenirken İstihbarat servisinden gazeteci Sedat Sertoğlu elinde 50 tane gül ile geldi. Bunları bana Abdi İpekçi'nin yolladığını söyleyerek, 'Azere sor bakalım, istihbarat mı ister, yoksa yazı işleri mi?' diyerek bana iş teklifinde bulundu. İsithbarat parlemento muhabirliği idi ve o da Ankara'da yapılıyordu. Ankara'ya gidemeyeceğim için ben de yazı işlerini seçtim. Meslekte en önemli dönüm noktalarımdan birisidir."

YAZI İŞLERİ'NDE TEK KADINDIM

- Bab-ı Ali'nin yazı işlerine giren ilk kadın gazeteciydiniz. O dönemlere dek erkek işi olarak görülen meslekte, büyük çapta bir devrim yaptığınız da söylenebilir. İlk zamanlar nasıldı? Sizi kabullenebildiler mi?

"Bab-ı Ali içinde büyük bir değişim oldu. O zamanlar baskı rotatifti yani yazılar kurşuna dizilirdi ve daha sonra ofsete geçilmeye başlandı. Ben de işi nasıl öğrenebilirim diye bir yandan düşünüyordum bir yandan da kimseye bir şey sormadan işi kapmaya çalışıyordum. Sonra kendi başıma bir ay içerisinde işi öğrenmeyi başardım. Arkadaşlar daha önceleri mürettiphaneye girdiğimde eğer küfür ediyorlarsa kendi aralarında Arap geldi derlerdi ve küfrü keserlerdi. Bir gün ben de sinirlendim ve ağzımdan ulan kelimesi çıktı. Sonra tüm mürettipler, 'Arabın Araplığı bitti, artık o da bizden oldu' diyerek, beni sevgiyle kabullendiler."

- Gazeteciliğin teknik olarak günümüzce daha zor koşullar altında yapıldığı yıllarda mesleği icra ettiniz. O dönemlerde gazeteciliğin sisteminden bizlere bahseder misiniz?

"Haberler teleksten gelirdi ve gündüz ayrı gece ayrı birer arkadaş telekslerin başında beklerdi. Ajanslardan gelen iç haberleri ve Ankara Milliyet özelden gelen haberler kutuya konurdu. Sonra triyajı biz yapardık. Alır okur, varsa tashihlerini yapar, giriş ve başlık atarak Hasan Pulur'un bakacağı kutuya koyardık. O onay verdikten sonra Teknik Sekreter Turhan Aytul sayfayı çizerdi ve Abdi İpekçi'ye götürürdü. Abdi Bey'de her seferinde o sayfayı değiştirirdi. Sonra sayfaların son şekli verilir ve mürettiphaneye yollanırdı. Şimdi dönüp baktığımda oranın ne kadar güzel bir okul olduğunu anlıyorum."

ABDİ İPEKÇİ BANA DERS VERDİ

- Gazetecilik dersimdi diyebileceğiniz bir anınızı bizlerle paylaşır mısınız?

"Gazetenin 9 sütunluk ilk sayfasının sağ tarafı genellikle 1,5 sütun ayrılırdı. O günde karikatürcü arkadaşımız Bedri Koraman'ın çizdiği Süleyman Demirel ile ilgili bir haber vardı ve o sütuna koyulacaktı. Koraman'dan Demirel karikatürü aldık ve sayfaya koyduk. Abdi İpekçi sayfanın yanıma geldi ve karikatürün boyutunun biraz büyük olduğunu söyledi. Ben de itiraz ettim, yıllardır kullandığımız boyut olduğunu belirttim. O ise 'Bilmem ki' cevabını verdi. Sonra pikajörden cetvel alıp ölçtüğümde karikatürün boyutunun sadece 1 mm fazla olduğunu fark ettim. İpekçi'ye dönerek, 'Pes, Abdi Bey sadece 1 mm' dedim. O ise bana dönerek, 'Azer Hanım, biz denge gazetesiyiz' dedi. Benim de gazetecilik derslerim arasında en önemlisi bu oldu."

- Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden sonra gazetede çok şey değişmiş olmalı.

"Kesinlikle. Hepimiz için bir şok etkisi yarattı. O öldürüldü hepimiz yetim kaldık. Zaten ondan sonra mesleki anlamda da çoğu şey eskisi gibi olmadı, biz ekip arkadaşlarının da eski tadı tuzu kalmadı."

- Milliyet'in Ercüment Karacan'dan Aydın Doğan'a satıldığı güne gelmek istiyorum. O gün neler oldu?

"Gazetenin satıldığı iddiaları ortalıkta dolaşıyordu. Arkadaşlarımızdan biri gazetenin satılıp satılmadığını bir yemekte Karacan'a sordu. O da esprili bir dil ile, 'Her gün bayilerde 25 kuruşa satılıyor' dedi. Bizim de içimiz rahatladı ve satılmadığını düşündük. Ancak birkaç gün sonra gazetenin Aydın Doğan'a satıldığını öğrendik. Bir süre sonra istifamı verdim ve piyasaya yeni giren Güneş gazetesinde çalışmaya başladım. Güneş gazetesi diğer gazetecilerin maaşlarının çok fazla yükselmesine neden oldu ve bu da Babıalide reform oldu. Artık kimse ucuza gazeteci çalıştıramıyordu. Ama ben bu gazetede çok mutsuzdum. Orada 365 gün çalıştıktan sonra 6 ay dinlendim ve sonra Milliyet'e geri döndüm."

- Meslek hayatınızda kadın olduğunuz için bir ayrımcılığa uğradınız mı?

"Ayrımcılığa uğramadım ama haksızlığa çok uğradığımı düşünüyorum. Bunun nedeni kadın olmamdı. Biat edemedim, bilfiil yazı işleri müdürlüğü yapmama rağmen ünvanım gazetenin künyesinde maalesef çıkmadı."

GAZETECİLİK ÖLDÜ

- Bab-ı Ali'nin İkitelli'ye taşınmasından sonra, gazetecilikte sizce neler değişti? 

"Kıyaslandığında o dönemin gazetecileri de, gazetecilik anlayışı da bu döneme göre, oldukça farklı. Şimdilerde ne yazık ki gazetecilik yapılamıyor. Gazetecilik öldü. Direnmeye çalışanlar ya mezarda, ya da Silivri'de. Bu dönem gazetecilik yapmak çok zor."

- Kültürün Gerçek Tanığı- Güneydoğu Anadolu ve Cömert Toprakların Masalı- Doğu Anadolu isimli iki gezi kitabınız bulunuyor. Aynı zamanda araçlı seyyah olarak da biliniyorsunuz. Yeni kitap projeleriniz var mı?

"Şu dönemde yeni bir kitap çıkarma projem bulunmuyor. Evet, bu gezi kitaplarımı yayınlamadan önce Doğu Anadolu'da 3 ay, Güneydoğu Anadolu'da da 1,5 ay hem yazar, hem foto muhabiri hem de şoför olarak tek başıma dolaştım ve İstanbul'a döndüğümde de kitabımı hazırladım."

- Seri röportajlar dalında da pek çok ödülünüz bulunuyor. Yaptığınız haberlerin döneminde çok ses getirdiğini biliyoruz. Dünyaya bir kez daha gelseniz tekrar gazetecilik yapar mısınız?

"Bu dönemin gazeteciliğini hayır, eski dönem gazeteciliğini evet. İstanbul'un yanıbaşı cennet,  tarih doğa iç içe gibi seri röportajlar hazırladım. İstanbul'un yanıbaşı cennet isimli röportaj serisine Foto Muhabiri arkadaşım Garbiz Özatay ile çıkardık. Gece yarılarına kadar dolaşır, röportajlar yapar, fotoğraflar çekerdik. İstanbul'a gelince de gece yarılarına kadar bant çözerdim. 35 bölümden oluşan Tutkulu Kalemşorlar tam sayfa yayınlanır ve burada gazeteciliği bırakıp başka meslekler yapan kişiler ile yaptığım röportajlar yayınlanırdı. O dönemlerde bazen haber müdürüne  günde 20 haber önerisi verirdim ama hiçbirisi girmezdi. O girmeyen haberlerimin ertesi gün başka gazetelerin manşet ya da sürmanşet olduğunu  görür ve üzülürdüm. İnanır mısınız, girmeyen haberlerim hala rüyalarıma giriyor."

- Gazeteciliğe yeni başlayacaklara tavsiyeleriniz neler?

"Ben bu dönemde İletişim Fakültesi'ndeyim diyen öğrencilere vah vah diyorum sadece. Şimdi ben onlara mücadele edin desem neyin mücadelesini verecekler, dürüst haber yaz desem hangi mecrada yayınlanacak? Diyeceğim tek şey, eğer gerçekten bu mesleği yapmak istiyorlarsa, onurlarını kaybetmesinler, dik dursunlar. Kendilerine saygılarını da asla kaybetmesinler."

- Son olarak, ülkemizin kanayan yarası kadına yönelik şiddete dair, neler söylemek istersiniz?

"Kadına yönelik şiddetin temelinde eğitimsizliğin yattığını düşünüyorum. Eğitim ile erkeklerin ve kadınların düzeleceğine inanıyorum. Eğer kadın eğitimli ve bilinçli olursa, Türkiye'de çok şeylerin tepetaklak olacağını düşünüyorum. Tabiki, şiddetin temeli okumayan bir toplum olmamızdan da kaynaklanıyor. Eğer okursak aydınlık günler görebiliriz, yoksa bu karanlık her zaman devam eder."