İstanbul’un fethinin 569. yıldönümünü geride bıraktık.

İstanbul’un fethi, sadece Türk tarihi için değil, dünya tarihi için de dönüm noktası…

Fetih, orta çağın kapanıp yeni çağın açılması gibi basite indirgenemeyecek kadar önemlidir.

İlim, sanat, kültür ve gelişmişlik açısından Türkler’den çok daha geri olan Avrupa için ilmin ve gelişmenin kapısı açıldı.

En önemlisi de adaleti ile öne çıkan Türkler, Avrupa’ya örnek olmaya başladı.

Hem adalette, hem bilim ve teknolojide, hem de kültürde Avrupalıların çok çok ilerisindeydik.

Bugün için aynı şeyi söylemek mümkün mü?

Fetihten bu yana 569 yıl geçti, bugün İstanbul ne halde?

Şöyle hayal edelim; Fatih Sultan Mehmet gözlerini açsa ve İstanbul’un bugünkü halini görse ne yapardı?

İstanbul’u fethettiğinde gayrimüslimler dahil herkesi hoşgörü ile kucaklayan, gayrimüslimlerin kendi dinlerinde ibadet etmelerine imkan tanıyan Fatih, farklı dindekileri geçtim; Müslüman olduklarını ve İslâmî en iyi yaşadıklarını iddia eden, hatta aynı cemaat veya tarikatta olanların birbirlerine besledikleri kini görse…

Cihan hükümdarı olmasına rağmen mütevazi sarayında hizmet veren Fatih; bazı hoca ve şeyhlerin görkemli lüks şato ve villalarındaki şatafatlı yaşantılarına şahit olsa…

Dünyanın en adil hükümdarlarından biri olan Fatih; dünyanın en büyük adalet saraylarında verilen ama çoğu zaman içinde adalet olmayan mahkeme kararlarını okusa…

“Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” diye ferman buyuran Fatih, bütün ağaçların kesilerek gökdelenler dikildiğini görse…

Kendisine küçük de olsa bir saray yapmayı düşünmeyen Fatih, sadece İstanbul’da yapılan onlarca sarayı ve yapılan harcamaları bilse…

Yağmur yağınca İstanbul’u sel götürdüğünü, selde insanların öldüğünü, en küçük depremde binaların hasar gördüğünü öğrense…

Yandaşları zengin etme sevdasına, kentsel dönüşüm diyerek evlerin yıkıldığı ama birçoğunun tamamlanamadığını, insanların mağdur olduğunu duysa…

Hele hele en yetkili ağızdan “İstanbul’a ihanet ettik” itirafına şahit olsa…

Trafik, çarpık şehirleşme, İstanbul’daki mülteci işgali, kaçak yapılaşma, boğazdaki tahribat ve daha nice çarpıklığı bire bir yaşasa…

İstanbul’a yaptığımız tüm bu kötülükleri görseydi Fatih, emin olun başta gelmiş geçmiş tüm yöneticiler olmak üzere hepimizi İstanbul’dan kovardı…

İnsan sevdiğine, değer verdiğine bu kadar bedel ödetmez.

Biz İstanbul’u hak etmiyoruz…

*****

Oturma beyim, ayakta dur!

İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Hristiyan bir mimara teslim eder ve kubbesi Ayasofya’dan daha büyük bir cami yapmasını emreder. Mimar her ne kadar bu işe “Emrin başım üstüne” diyerek başlasa da yüksek mermer sütunları kendi hesabına göre ölçüp biçip kestirdikten sonra yaptığı cami Fatih’in istediği ölçüde heybetli olmaz.

Fatih, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun...” emrine neden uyulmadığını sorar.

Mimar, büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler.

Fatih, emrine rağmen mimarın hem Ayasofya’yı özellikle kayırdığını düşündüğü için, hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için mermer sütunları kesen ellerin kesilmesi emrini verir... Mimar bunu özellikle yapmadığını, hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur.

Mimarın iki eli bileklerinden kesilir. Fakat çevresindekilerin de cesaretlendirmesi ile mimar, haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi Padişah Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder.

Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih’in mahkeme edilmesine karar verir.

Kadı Hızır Bey, bunun üzerine Fatih’i “Sanık” olarak mahkemeye çağırır. Fatih “Buyruk Şer-i Şerif’indir” diyerek duruşma günü mahkemeye gidip, baş köşeye oturmaya kalkar. Kadı Hızır Bey, “Oturma beyim! Duruşmada şikâyetçi ile birlikte ayakta dur” der. Fatih ellerini kestirdiği mimarın yanına geçip, kadının karşısında ayakta durur ve duruşma başlar.

Fatih, çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir. Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır.

Bunu duyan mimar kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak “Ben tazminatla yetineyim. Fatih Sultan Mehmet’in elleri kesilmesin” diyerek şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı mimara günde on akçe maddi tazminata çevirir. “Sana her gün on akçe değil, yirmi akçe vereyim, yeter ki ellerim kesilmesin” diyen Fatih mimarın kısastan vazgeçmesine çok sevinir.

Karardan sonra Fatih, duruşmadan çıkarken, kaftanının altına sakladığı topuzu çıkartıp Kadı Hızır Bey’e sallayarak; “Eğer yargılamada beni kayıracak bir hüküm verseydin, oracıkta canını alacaktım” der. Bunun üzerine Kadı Hızır Bey de Fatih’e “Eğer kayırma isteseydin seni şuracıkta parçalatırdım” karşılığını verir.

*****

TEBESSÜM

Büyük

Napolyon, sürgündeyken “Fatih mi yoksa siz mi büyüksünüz?” diye sorulunca şu cevabı verir:

- Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Çünkü ben, kılıçla zapt ettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir bedbahtım. O ise; fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Aklı öldürürsen ahlâk da ölür. Akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.

Fatih Sultan Mehmet