Bir haftadır, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ayasofya’nın açılışında kılıçla Cuma hutbesine çıkmasını ve hutbede lanet okumasını konuşuyor, tartışıyoruz.

Ali Erbaş’a destek verenler her türlü savunmayı yaptığı gibi sözlerine ve tavırlarına karşı çıkanlar da tepkilerini ortaya koydular.

İstisnalar dışında Ali Erbaş’a destek verenler de karşı çıkanlar da siyasi tarafından bakıyor.

Olaya siyasi bakılınca aynı tarafta olanlar saflarını daha sıklaştırıyor ve daha da kenetleniyorlar.

Ali Erbaş, siyasi bir kimlik veya siyasi bir kurumun başındaki kişi değil, Diyanet İşleri Başkanı…

Diyanet’in ve tabii ki başındaki kişinin, Türkiye’de günlük siyasetten, daha açık ifade ile particilikten şeytandan kaçar gibi uzak durması gerekir.

Aksine ülkemizde neredeyse siyasi partilerden çok Diyanet’te siyaset ve particilik yapılıyor.

Son olarak da Ali Erbaş bunu tescilledi, daha da acısı tüm Diyanet çalışanlarına siyaset yapmalarının önünü iyice açtı…

Önümüz bayram… Bayram hutbesinde tüm camilerde kardeşlikten, birlikten, hoşgörüden bahsedilecek… Doğrusu da budur zaten, İslâm’ın emri de gereği de böyledir...

Peki Ali Erbaş niçin kılıçla hutbeye çıktı?

Padişahları örnek aldı diye savunanlar var… Ali Erbaş padişah mı, tahta çıkıp kılıç kuşandı da bizim haberimiz mi yok?

Fethe mi çıkıyor, birilerine savaş mı ilan ettik?

Kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi hareket etmeyenlere boynunuzu koparırız mesajı mı verilmek isteniyor?

Neresinden bakarsanız anlamsız, gereksiz ve de en acısı hoşgörü ve kardeşlik dini olan İslâm’a tamamen aykırı…

Hele hele hutbede lanet okunması ile ilgili söylenecek o kadar söz var ki…

Bütün dünyanın gözü Ayasofya’nın açılışındaydı…

Her söz, her hareket, her görüntü dünyaya mesajdır…

İslâm adına hareket ettiklerini iddia eden kanlı terör örgütlerinin kılıçla insanları kestiği günümüzde kılıçlı hutbe ile lanet okuyarak hangi mesaj verilmek isteniyor?

Kendi ifadeleri ile “alnı secdeye varan ve inan insanların” iktidar olduğu günümüzde; bu kadar çok imam hatip açılmışken, neredeyse her apartmanın altında Kur’an Kursu varken, tüm okullarda zorunlu din dersinin yanında seçmeli din dersi okutuluyorken, yetmemiş gibi yaz aylarında camilerde Kur’an Kursları açılıyorken gençlerimiz niçin dinden bu kadar uzaklaşıyor, deizm niçin hızla yayılıyor?

Hutbede lanet okursanız, camileri parti karargâhı haline getirirseniz inanan insanları bile dinden uzaklaştırırsınız…

Amacınız buysa böyle devam edin!

*****

Aslı neyse kendisi de odur

Bir gün sultan, bahçıvanın yanına uğrayıp kendisine hediye edilen tayı sorar:

- Bahçıvan efendi! Nasıl bizim tay?

- Asluhu nesluhu, (yani aslı-kökeni ne ise kendisi de odur) sultanım.

- Nesi var?

- Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek, böcek konduğunda bunları kuyruğuyla kovalar; ancak bizim tay, adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor.

Sultan, bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır ve tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister. Tayı hediye eden adam der ki:

- Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu, ineğe emzirttik.

Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur ve sultan adamlarına emreder: “Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!”

Başka bir zaman sultana, güzel görünüşlü iri bir hindi hediye edilir. Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar.

- Asluhu nesluhu, sultanım.

- Bahçıvan efendi, bunun nesi var?

- Sultanım, asil olan bir hindi öteceği zaman kabarır, ibiği masmavi olunca başlar ötmeğe. Bizim hindi iyice kabarıyor, ibiği masmavi olup tam öteceği zaman kafasını suya daldırıyor. Galiba bunun da soyunda bir bozukluk var.

Sultan, işin aslını öğrenmek için hindiyi hediye eden kişiyi çağırtır. O kişi, hindinin yumurtasını ördeğin altına koyduklarını ve hindinin, ördek yavrularıyla birlikte büyüdüğünü anlatır. Bu meselenin de sırrı böylece anlaşılmış olur.

Ve padişah emreder: “Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.”

Sultan, güzel bir günün sabahında bahçede yalnız başına dolaşırken bahçıvan gözüne ilişir ve ona doğru yaklaşarak sorar:

- Bahçıvan efendi, bende de bir sıkıntı var mı?

- Asluhu nesluhu, efendim.

“Bende de mi?” der ve hemen son demlerini yaşayan annesine koşar.

- Anneciğim, inan sana kırılıp küsmem, kızmam da. Bende bir sıkıntı var mı?

Annesi durur, sıkıla sıkıla başlar anlatmaya:

- Oğul, babanla evlendiğimizde baban çok yaşlıydı, ben daha 15-16 yaşlarında genç, güzel bir kızdım. Gençliğimin duygularına kapılıp bir hata ettim. Sen bizim sarayın aşçısının oğlusun.

Hakikati öğrenen sultan, bahçıvana seslenir:

- Ey olayların perde arkasından bizlere sırlar sunan değerli insan! Tay ve hindinin durumlarına vakıf oldun, anladık da; benim durumumu nasıl anladın? Söyle bana bu nasıl bir bilgeliktir?

- Ey yüce sultan, bunu anlamaktan daha kolay ne var? Benim bildiğim sultanlar, ödül verirken “Verin bir kese altın” der. Sen ise “Verin fazladan bir kap yemek” diyorsun.

Sultan adamlarına seslenir:

- Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!

***** 

TEBESSÜM

Cennet

Bir gün padişah vezirlerine emreder:

- Gidin bana hocayı çağırın.

Nasrettin hoca gelmiş. Padişah sorar:

- Hoca ben cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğim?

- Cehenneme!

- Neden?

- Boş yere öldürdüğünüz insanların hepsi cennete gitti, cennette yer kalmadı.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Toplum sevgi ile kaynaşır, adaletle yaşar, dürüstlükle ayakta kalır.

Farabi