Bu gün 21 Aralık 2020. Yılın en uzun gecesinde yazıyorum bu yazıyı; yılın en karanlık, en uzun gecesinde her anlamda adım adım distopik bir geleceğe doğru yaklaştığımızı hissederek.

Distopya sözcüğü ütopya sözcüğünün karşıtı olarak kullanılıyor. Ütopya sözcüğü olmayan yer anlamındadır. Aslında bütün sorunların ortadan kalktığı, insanların mutlu olduğu bir yeri, bir zamanı dilemek, hayal etmek, bir düş ülkesi yaratmaktır ütopya.

Distopya ise otoriter ya da totaliter baskıcı bir rejim altında karanlık bir dönemi; kötü, hastalıklı, anormal bir yeri anlatmaya çalışır. Birileri (her ne kadar ortaya konmuş ütopik eser az olsa da) mutlu bir gelecek hayal ederken birileri de karamsar, baskıcı, karanlık bir çağı betimler.

Salgın hastalığa rağmen kalabalık sokaklarda; maskeli binlerce insanla karşılaşmak okuduğum, izlediğim distopik eserleri anımsattı. George Orwell-Bin Dokuz Yüz Seksen Dört,   Ray Bradbury-Fahrenheit 451’de yaratılmaya çalışılan tek tip insanı anlatmıyor muydu? İşte sokaklarda maske takmış dolaşan insanlar sanki bu eserlerden dökülmüşler gibi geldi bana.

451 Fahrenheit yaklaşık 233 santigrat derece olup kağıdın yanma ısısıdır; yakılan kitaplara bir göndermedir. 

Yarın günler uzamaya başlayacak. Daha yaza çok var ama çoktan başlaması gereken kış henüz başlamadı. Çok az yağmur yağdı. Barajlar boş. Sadece ülkemiz değil bütün dünya hızla bir kuraklığa doğru gidiyor. Onlarca yıldır duyduğumuz ‘’3.Dünya savaşı su yüzünden çıkacak’’ sözü belki de önümüzdeki yıllarda gerçek olacak. Belki de zamanın bir yerinde içeceğimiz su karneye bağlanacak. Başka bir açıdan bakacak olursak her alanda durmadan artan sorunlar belki de katı kurallar konularak ve baskıyla aşılacak. Alın size gelecekte baskı altında yaşayacağımızı öngören bir distopya daha.

Üzerinde yaşadığımız dünyanın kaynakları kıt ve sınırlıdır. Sahip olduğu su, oksijen, toprak, maden, petrol gibi varlıkların hepsi bir gün bitebilir. Bu kaynakları nasıl tüketeceğimiz veya kullanacağımız ise gene biz insanlara kalmıştır. Ya hızla kirletip tüketeceğiz ya da akılcı çözümler bularak yaşadığımız dünyanın kendini yenilemesini sağlayacağız. Sanırım bunu başarmanın tek yolu da sularımıza, ırmaklarımıza, havamıza, yer altı zenginliklerimize saldıran açgözlülerle savaşmakla olacak.

İnsanın ömrü sınırlı açgözlülüğü sınırsızdır. Aslında bu dünya üzerindeki tek savaş budur. İnsanın açgözlülüğe karşı verdiği savaştır bu. Hangi sözcüğü seçerseniz seçin ister emperyalizm, ister faşizm, komünizm, liberalizm deyin sonuçta insan; açgözlülüğe karşı yine insanla savaşmıştır. Ne yazık ki savaşsız bir dünya düşüncesi ise ‘’ütopyadır’’.

Yani olmayan yerdir. Belki de hiç olmayacak.

Bu gün 21 Aralık 2020. Yılın en uzun, en karanlık gecesi. Yarın günler uzamaya başlayacak. Gün dönecek. Önümüzdeki günlerin bize yaşatacakları için çok olumlu düşünemiyorum. Sanki iyi şeyler tek tek gerçekleşiyor; kötüler katlanarak geliyor. Örneğin dünyanın ısısının her yıl yüzde bir arttığını düşünelim; bir sonraki sene artan yüzde birin de yüzde biri ekleniyor ısıya.

Su ve gıdanın her gün azaldığı bir geleceğe doğru gidiyoruz. Her canlı gibi insan da içgüdüsel olarak hayatta kalmak çabası içinde. Karnını doyurma mücadelesi veren insanlar dünyanın geleceğini düşünebilir mi? Peki açgözlü ülkeler ve açgözlü insanlar olduğu sürece bu durumun değişmesi mümkün müdür?

Sınırlı ömrümüzde sınırsız bir kötülüğe ve açgözlülüğe gerek var mı?

Bu gün 21 Aralık 2020, en uzun ve en karanlık gece ama yarın adım adım karanlığın azalacağı günler başlıyor.